Eskişehir



Bayram tatilini fırsat bilip annemin (pamuk hanım) ve babamın ikinci memleketi Eskişehir’e gidiyoruz. Amacımız, aynı zamanda pamuk hanımın kardeş bellediği benim de dayı olarak bildiğim, amcasının oğluna gitmek, iki güzel insanı mutlu etmek ve hasret gidermelerini sağlamak. Bayramın üçüncü günü, ne kar ne de sis var. Hava durumuna göre, yola çıkmak için en uygun gün. Sabah gidip akşam döneceğimiz için erken yola çıkalım diyoruz ama yine saat 10’u buluyor. Eskişehir-Ankara arası yol çok düzgün ve güzel. Hız yapmamaya özen gösteriyor herkes. Sıkı denetim yapıldığını herkesin uslu uslu gitmesinden anlamak mümkün. Yaklaşık mola dahil üç saatte oradayız.



Her köşe başında Yılmaz hocanın yapmış olduğu heykelleri görmek mümkün. Sadece heykellere değil her tarafa Yılmaz hocanın elinin değdiği o kadar belli ki! Ellerine





sağlık Büyükerşen hoca! Keşke senin gibi on tane daha olsa eminim Türkiye’nin çehresi değişir. Eskişehir 7-8 yıl önceki Eskişehir değil artık. Geniş bulvarlar açılmış. Ulaşım problemi, araç sayısı çok olmakla birlikte dakika başı gelen-giden tramvaylarla çözülmüş.





Şehir tertemiz. Vakti zamanında kötü kokan porsuk çayı ıslah edilmiş, kokudan eser kalmamış. Porsuk üzerinde ulaşımı da sağlayan botlar var. Tıpkı Amsterdam’daki gibi! Bisikletli insanları sıkca görmek mümkün. En nihayetinde, Ankara’da bile göremediğim modern genç nüfusu burada gördüğümü söyleyebilirim. Bir kaçış kenti mi? oldu yoksa burası diye düşünmeden edemiyorum. Daha geniş bir zamanda gelip köprüleri fotoğraflayacağım kesin... O kadar güzeller ki! Bazı arabesk motiflere rastlasak da şehrin yapısına ters gelmediğini düşünüyorum. Yalnız, porsuk kıyısındaki plastik bahar dallarıyla bezenmiş ağaçlar gözüme batıyor. Gerçekleri dururken, neden diye sorasım var. Ama üzerlerine takılan belediye işçileri tarafından yapılmıştır plaketini görünce emeğe gösterilen saygıdan dolayı utanıyorum.

Annemlerin yıllar önce oturduğu odun pazarından eser kalmamış. Ana caddenin arkasında yine o iki katlı evleri görünce abim, çocukken pencereden atlayıp kaçtığını bizlere anlatıyor. Atatürk lisesinin arkasındaki evler restore edilmiş,



belki bu cadde arkasındakilere de sıra gelir kim bilir! Görmek istemediğim devasa büyüklükteki binalar… Modernleşmek, duvar gibi blokları dikmek olmamalı. Bütün büyük kentlerde görüldüğü gibi, Eskişehir de bundan nasibini almış.

Her tarafta çibörekçiler. Diğer illerden sırf buraya trenle günübirlik çibörek yemeye geldiklerini duymuştum. Haklılarmış doğrusu. Gelinir mi gelinir… Ben internette bulamayacağınız bir adresten burada söz edeceğim. Muhakkak uğramanızı da tavsiye edeceğim. Adı Kırım çibörekçisi. Atalar caddesi No: 20'de ikamet ediyor. Çiğ böreğin, çibörek olduğunu da buradan öğreniyoruz. Çibörek, Kırım Türk mutfağına aitmiş. Kıpçak boyundan olan Kırım Türklerinin kullandığı eski Kıpçak lehçesinde çi kökü enfes, leziz anlamını vurgulamak için kullanılırmış. Dolayısıyla çibörek enfes, leziz börek demekmiş. Bir porsiyonunda 5 tane oluyor. Doyarım diyorsun ama ilave porsiyon almamanız mümkün değil gibi. İncecik hamuruyla muhteşem. Sunumu da öyle…Üstelik çok da hesaplı.

Sevgili dayım, Eskişehir'in en eski saatçisi Ahmet Bozkaya. Tam bir zanaatkar. İşini hala severek yapan nadir insanlardan biri.

http://www.midasgazete.com/haber.php?haber=1453

Sevgili yengem rahatsız olmasına rağmen bütün misafirperverliğiyle bizleri sarıp sarmalıyor. Bir saatlik bir süre yeterli değil ama bayram ziyareti kısa olur. Yolcu yolunda gerek diye yola koyuluyoruz.



Sevgili dayım…! benim pamuğumla ne kadar birbirlerine benziyorlar.