İzmir

27 Ocak 2009 akşamı, küçük tiyatroda etnik caz yapan Fransız grup Hadouk Trio’nun konserindeyiz. Bunu unutmamak için özellikle yazıyorum. Nil hocanın sayesinde kulağımızın pası gitti doğrusu. O önayak olmasaydı. Bizim yerimizden kalkacağımız yoktu. Eğer cazı seviyorsanız, mutlaka bir yerlerden bulup dinleyin lütfen. Belki de ben ekleyebilirim kim bilir! :) Bu tür dürtmelere ne kadar ihtiyacım varmış. Ertesi gün saat 5’de kalkacağız. Ege ve ben İzmir yolcusuyuz. Özgen'i görmeye gidiyoruz.






Sabah Ayhan bizi havaalanına bırakıyor. Uyku sersemi check in yaptırmak için yanlış yerde beklesem de çabuk ayılıyorum. Canan hoca ile rastlaşıyor ve selamlaşıyoruz. Eşinin yanına Varşova’ya uçuyormuş. Ama ona ne hatırını sormak ne de iyi yolculuklar dilemek, aklıma geliyor. Bunu dönüşte telafi ederim artık...

Yağmur bulutlarının arasından sıyrılarak, sırılsıklam olmuş İzmir’e iniyoruz. İzmir, her haliyle güzel. Havaalanından merkeze ulaşmak çok fazla zaman almıyor. Havaalanı yolu üzerinde kocaman yapılmakta olan bir Atatürk büstü gözümüze çarpıyor. Bittiğinde ihtişamı nasıl olacak, merak ediyorum ve sabırsızlıkla bekliyorum. Gavur İzmir'e ne de çok yaraşır. :)


Özgen, bizi güler yüzüyle karşılıyor. Kahvaltıdan sonra Karşıyaka iskelesinden vapurla konağa gidiyoruz. Vapurda da çayımızı yudumluyor, denizin kokusunu içimize çekiyoruz. Bu defa martılarla beraber pelikanları da denizin üzerinde görüyoruz. Kuş cennetinin yakın olması buna etken midir bilmiyorum ama bu büyük bir şans! Şimdiye kadar görmediğim için çok şaşırıyorum. Konaktan kızlarağası hanına yürüyoruz. Boncukların ve taşların arasında yine kayboluyorum. Her birine dokunmak sanki enerjimi artırıyor. Akşam oturup hemen kolyeler yapacağız. Bunun için rengarenk cam boncuklar alıyoruz. Dibek kahvemizi de içiyoruz. Dönüşümüz yine vapurla oluyor. Akşama raki paluk var! Muhteşem…!





İkinci gün Sasalı’da açılan hayvanat bahçesine gidiyoruz. Yeni açıldığı için hala eksiklikleri var. Ama ağaçlar büyüyüp serpildikçe, tarhlar çiçeklerle doldukça çok çok güzel olacak eminim. Yaşlıların ve engelli insanların da oraya gelecekleri unutulmamalı. Tekerlekli sandalyeler, yol gösteren levhalar olmalı mesela…







Hayvanlar doğal ortamlarında serbestçe dolaşıyorlar. Bunun beni çok mutlu ettiğini söylemeliyim. Bazen acaba kafeste olan onlar mı biz mi diye düşündüğüm anlar da olmadı değil.







Aslan ve Kaplanın bulunduğu mekana kalın camlı pencerelerden bakabiliyorsun. Bahçe, oldukça büyük bir alana yayıldığı için yürüyerek dolaşmak çok zamanımızı alıyor. Dönüşte deniz kenarında oturuyoruz. (Ankara’ya dönmek istemiyoruuum! Ben deniz kenarında olmalıyım…) Eve giderken Eden’nin wafflenın da tadına bakıyoruz. Yenmesi şiddetle tavsiye olunur...






İzmir’de son günümüz… Arkeoloji müzesi bugünkü hedefimiz. Girişi bulmakta zorlanıyoruz. Varyantı çıkarken hemen ilk sola sapıyorsunuz. Daha sonra tekrar ilk sola döndüğünüzde evet… Arkeoloji Müzesi karşınızda. Konak'ta Bahribaba Parkı içinde 5000 metrekarelik bir alana yapılmış. Üç katlı müzenin üst kat salonunda İzmir çevresindeki ören yerlerinde yürütülen kazılardan çıkartılan arkeolojik buluntular sergileniyor. Aynı katta hazine salonunda arkaik, hellenistik, roma ve bizans dönemlerine ait altın, gümüş ve değerli taşlardan yapılmış süs eşyaları, cam eşyalar, sikkeler ve kusursuz bir bronz demeter heykeli görülebiliyor. Orta kat (giriş kat) mermer eserlere ayrılmış. Arkaik dönemden roma dönemi sonuna kadar heykeller, büstler, portre ve mask gibi mermer eserler sergileniyor. Müzedeki diğer buluntular Erythrai'de (Ildırı) bulunan kore (genç kız) heykeli, Anadolu'nun bereket tanrıçası kybele’ye ait çeşitli heykelcikler, herakles, medusa ve zafer tanrıçası nike heykelcikleri, Efes'ten getirilen afrodit heykeli, Kadifekale’den getirilen mozaikler, Agora'dan getirilen demeter, poseidon,


artemis heykelleri, Baklatepe höyüğünden elde edilen tabanı çakıl taşı ile döşenmiş mezar odası, Panaztepe kazılarında, Hacıömerli’de (Gyneion), Pitane (Çandarlı), elde edilen buluntuların, hazine dairesinde İ.Ö. 5000 yıllarından başlayıp, geç roma dönemine kadar uzanan, altın, gümüş, bronz ve fildişi eserler, zümrüt ve yakut gibi değerli taşlardan yapılma takılar, parfüm kapları, vazolar bulunmakta. O takıları bugün bile o vitrinlerden çıkarıp kullanmak mümkün gözüküyor. Ben kendi adıma söyleyeyim benzer tasarımları rahatlıkla kullanabilirim. Gerçekten çok zevkli insanlarmış demeden geçemeyeceğim.





Arkeoloji müzesinin hemen yanında etnoğrafya müzesi var. Müze binası 19.yy başlarında neo klasik tarzda meyilli bir teras üzerine inşa edilmiş. 1831 yılında veba hastalarına ait st.roch hastanesi olduğu, 1845 yılında fransızlar tarafından onarıldığı ve bu tarihten sonra fakir hristiyan ailelerinin bakımına ayrılmış bir kurum olduğu biliniyor. Daha sonra hıfzıssıhha ve sağlık müdürlüğü hizmet binası olarak kullanılmış. 31 Aralık 1984 tarihinde kültür ve turizm bakanlığı'na Etnografya müzesi olarak düzenlenmek üzere devredilmiş. 1985-1988 yıllarında restore edilmiş ve Etnografya müzesi olarak kullanılmaya başlanmış.

Birinci ve ikinci katlarda İzmir ve yöresinin 19. yüzyıldaki sosyal yaşamından kesitler verilmiş. Tenekecilik, nalıncılık, çömlekçilik, gözboncukçuluğu, tahta baskıcılık, halı dokumacılığı, urgancılık, keçecilik ve saraciye gibi el sanatlarımızın tanıtılması düşünülmüş. İzmir ilinin ilk türk eczanesine de (ittihat eczanesi) yer verilmiş. Kavanozların üzerindeki yazıları çözmeye çalışırken Özgen: “eczaneymiş, ittihat eczanesiymiş” diyor. Salonların iç kısmında yer alan koridordaki vitrinlerde para keseleri, sedef kakmalı eşyalar, cam ve opal eşyalarla, el işlemeleri sergilenmiş.

İkinci katta; 19.yy. gelin başları, kadın süs eşyaları, oldukça kirli gözüken :( gelin odası, gelinlikler vitrini, sünnet odası, oturma odası ve mutfak malzemeleri, el yazması kitaplar, osmanlı devri sikkeleri, ok, yay, kama, süngü, mızrak, tabanca, tüfek gibi savaş malzemeleri var. Bu top tüfekler benim hiç mi hiç ilgimi çekmiyor doğrusu… Çoğunluğu ege bölgesine ait halı, kilim, sicim, heybe, torba gibi dokuma örnekleri ile halı tezgahı sergilenmiş. Salonların iç kısmında yer alan koridordaki gömme vitrinlerde gelin yorganı, el işleme örnekleri, çeşmibülbüller, şerbet takımı, erkek keyif eşyaları, çini ve porselenler yer almakta. Binaya dışarıdan bakınca çok ilgi çekici ama içerisi için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Koridorlar halıyla kaplı olduğu için mekanı tozdan arındırmak çok zor. Bu yüzden kesif bir (çürüme ya da toz olabilir) koku var. Üstelik her taraf tozu ve kiri emecek toplayacak yukarıda da belirttiğim elişleriyle dolu. Umarım daha fazla özen gösterilip, önlem alınır.

Son durak, alışveriş için forum bornova’ya ve ikea’ya gidiyoruz. Forum Bornova küçük bir köy ya da mahalle gibi düşünülmüş. Sokaklarda dizi dizi mağazalar… Çeşitli firmaları burada bulmak mümkün. Mağazalar, tepenize yıkılmıyor. Geniş, ferah… Açık havada alışveriş yapmak büyük zevk. Keşke bütün şehirlerimiz bu örnekte olduğu gibi planlı, tertemiz ve ışıl, ışıl olsa...



Alışveriş sonrası bizi havaalanına bırakıyorlar. 3 gün, 2 gecelik İzmir seyahatimiz de burada bitiyor.