ALZHEIMER’LA YOLCULUK
Pamuğum, cumhuriyetimizle yaşıt. Çok küçük yaşta evlenmiş. Çok küçük yaşta anne olmuş. İlk çocukları ikizmiş. Anne olamayacak yaşta evlendirildiğinden olabilir, onları 8 aylık doğdukları için kaybetmiş. Sonra 3 çocuk sahibi daha olmuş. Sırasıyla ablam, abim ve ben. Şimdi tam 8 torun sahibi ama ikinci torunu Gönül'ü trafik kazasında kaybetti. Annemin ve bizlerin yürek acılarından biridir. Torunlarının çocuklarını da gördü.
Böyle olunca cennetlik deniyor di mi? Söylenenlere göre Ava Gardner'a benzermiş. Herkesin annesi güzeller güzeli... Ama benim annem, kızıl saçlı muhteşem kadın... Keşke o dönemlere ait fotografları olsaydı da buraya koysaydım. Ben onun orta yaş dönemlerini daha iyi hatırlıyorum. Şimdi bile hala pürüzsüz bir cilde sahip... Yaşamı sürekli mücadelelerle geçmiş, geçti.. Asla pes etmemiş, etmedi.. Her şeyi yoktan var etti. Çok acılar çekti. Her şeyi içine attı. Kimseye gidip hayıflanmadı, ağlamadı. Sabır ve güç abidesi kısaca...
Uzun zamandır yazayım mı, yazmayayım mı diye gidip geliyorum. Dillendirmek gerçekten çok zor… Aslında beni tanıyanlar, yaşamımı ya da yaşamımızı buna göre programladığımızı yakından bilirler. Çok şükür... Çevremde gerçekten bunun bir parçası olmayı kabul eden, destek olan insanlar var. Her birine buradan teşekkür etmek az bile… Annemin Alzheimer hastalığına yakalandığını öğrendiğimde ilk hissettiğim duygularım tek kelimeyle berbattı. Bir silindirin altında kalmış, minicik bir nokta gibiydim. Neden annem, neden ben diye sorgulamalar.. hastalığını kabullenmenin ve çevreye kabul ettirmenin zorluğu ve zaman zaman İSYAN… Bu isyanı durdurmak inanın çok zor... Burada duygularımı anlatmak istemiyorum. Sizleri üzmeyi asla istemem. Aynı şekilde bana üzülmenizi de istemem. Sabırla ve sevgiyle bu süreci atlatacağımıza inancım sonsuz.
Torun Gönül
Kızı, Dünürü, Torunu ve Torunun çocuğu
Böyle olunca cennetlik deniyor di mi? Söylenenlere göre Ava Gardner'a benzermiş. Herkesin annesi güzeller güzeli... Ama benim annem, kızıl saçlı muhteşem kadın... Keşke o dönemlere ait fotografları olsaydı da buraya koysaydım. Ben onun orta yaş dönemlerini daha iyi hatırlıyorum. Şimdi bile hala pürüzsüz bir cilde sahip... Yaşamı sürekli mücadelelerle geçmiş, geçti.. Asla pes etmemiş, etmedi.. Her şeyi yoktan var etti. Çok acılar çekti. Her şeyi içine attı. Kimseye gidip hayıflanmadı, ağlamadı. Sabır ve güç abidesi kısaca...
Sanırım 50'li yaşları
60'lı yaşlar
Uzun zamandır yazayım mı, yazmayayım mı diye gidip geliyorum. Dillendirmek gerçekten çok zor… Aslında beni tanıyanlar, yaşamımı ya da yaşamımızı buna göre programladığımızı yakından bilirler. Çok şükür... Çevremde gerçekten bunun bir parçası olmayı kabul eden, destek olan insanlar var. Her birine buradan teşekkür etmek az bile… Annemin Alzheimer hastalığına yakalandığını öğrendiğimde ilk hissettiğim duygularım tek kelimeyle berbattı. Bir silindirin altında kalmış, minicik bir nokta gibiydim. Neden annem, neden ben diye sorgulamalar.. hastalığını kabullenmenin ve çevreye kabul ettirmenin zorluğu ve zaman zaman İSYAN… Bu isyanı durdurmak inanın çok zor... Burada duygularımı anlatmak istemiyorum. Sizleri üzmeyi asla istemem. Aynı şekilde bana üzülmenizi de istemem. Sabırla ve sevgiyle bu süreci atlatacağımıza inancım sonsuz.
Doktorun dediğine ve tomografi sonuçlarına göre annemin alzheimer nedeni daha önce geçirmiş olduğu küçük çaplı bir beyin kanaması imiş. Süreç içinde yaşadığımı sizlerle paylaşmak belki beni sağaltır
diye düşünerek sizlere yazmayı deneyeceğim. Anneme ilk teşhis 2000 yılında konuldu.
Başlangıcı belki 90’lı yılların sonları da olabilir. Fark etmemiz ve hastane
dönemleri dediğim gibi 2000 senesi. Ben hemen fark ederim. Benden asla kaçmaz diye bakmak yanıltıcı olabiliyor, göremeyebiliyorsun. Tıpkı aile büyüklerinin yaşlandığını, bu arada bizlerin de yaş aldığını görmediğimiz görmek istemediğimiz gibi :) Aslında dikkatli bir gözün kaçıracağı davranışlar değil. Muhakkak fark ediliyor. Ama malum, insan annesine bu hastalığı yakıştıramıyor. Uzun zamandır
yemediğini söylediği yemeği üst üste yapması, bazı şeyleri saklayıp bulamaması, tanımadığı insanları ahbabı gibi görmesi, -çok şükür başına bir şey gelmedi ama- hatta
bu kişileri içeri buyur etmesi gibi…
Bu anlattıklarımla ilgili çok anılarım var. :) Mesela her hafta sonu anneme gittiğimde gardırobunun darmadağın olduğunu görüp, toplamaya başladığımda mandalina, elma gibi meyvelerin yerlerini şaşırmış olduğunu görebiliyordum. Ya da bankadan çekmiş olduğu parasını farklı yerlere koyup döne döne araması, sonra beni de buna ortak ederek sarhoş oluncaya kadar dip köşe karıştırmamız inanın çok yorucuydu. Takma dişlerini temizlemeyi unutması, namazını abdestini eksik etmeyen annemin kişisel bakımını da artık üstlenmem gerektiği konusunda benim için bir mihenk taşı oldu.
Bu anlattıklarımla ilgili çok anılarım var. :) Mesela her hafta sonu anneme gittiğimde gardırobunun darmadağın olduğunu görüp, toplamaya başladığımda mandalina, elma gibi meyvelerin yerlerini şaşırmış olduğunu görebiliyordum. Ya da bankadan çekmiş olduğu parasını farklı yerlere koyup döne döne araması, sonra beni de buna ortak ederek sarhoş oluncaya kadar dip köşe karıştırmamız inanın çok yorucuydu. Takma dişlerini temizlemeyi unutması, namazını abdestini eksik etmeyen annemin kişisel bakımını da artık üstlenmem gerektiği konusunda benim için bir mihenk taşı oldu.
İlk yıllar daha kolay geçti. Kalça
kırıklığı yaşamış olması nedeniyle artık evde bir yardımcısı vardı. Bu dönemde hayattan tamamen elini çekmemesi,
becerilerini tamamen yitirmemesi için küçük işler veriyorduk. Bunları değişimli
olarak önüne koyuyorduk. Canı sıkılınca elinden bırakıyordu. Bunları size tek tek
yazacağım. Belki birilerine de merhem olur kim bilir? İnsan çaresiz kalınca mutlaka çözüm buluyor.
Boyama
kitapları alıp, çizgilerden taşırmadan boyatmak,
Tespih
dizdirmek çünkü sayıyla dizilmesi gerekiyor…
Sebze ve bakliyat ayıklatmak,
Sayı
saydırmak,
Resimleri ya da objeleri göstererek neler olduğunu teker teker hatırlatmak,
Hafıza oyunu oynatmak,
Kim olduğumuzu, yakınlık derecelerimizi sormak, albümden göstererek söyletmek gibi…
Hafıza oyunu oynatmak,
Kim olduğumuzu, yakınlık derecelerimizi sormak, albümden göstererek söyletmek gibi…
Hastalığının seyrine göre yaptıklarımızı üç
aşağı beş yukarı sıraladım. İlk zamanlarda yemek yeme ve tuvalet
problemimiz yoktu. Kendisi yiyip, içebiliyor, tuvalet ihtiyacını söylemek ne kelime; kendisi gidebiliyordu. Düzgün cümle kurmasında sorun yoktu. Kelime dağarcığı o zamanlar iyiydi. Zaman zaman hep beraber bir yerlere gitme şansımız vardı. Sadece bir kez evden kaçtı. Bu haliyle nasıl yapabildi, inanmak zor. Ama
art arda yaşadığı 2. kalça kırığı ameliyatı ve safra kesesi taşları
nedeniyle yapılan laparoskopi, hastalığının seyrini ilerletti. Aldığı her
anestezi onu biraz daha geriye attı. İleri ki yıllarda yaşayacağı bir Carpel Tünel Sendromu ameliyatı da hepsine tuz biber oldu. Artık, mekan değişikliği, eve gelen, giden misafirler
bile kafasını karıştırmaya yetiyordu. Huzursuzlanma, hırçınlaşma ve
halisünasyonlar görmeye başladığı bu dönem çok zordu. Doktorumuzun verdiği
hapları artık yutmuyor ya yerlere
atıyor ya da radyatör petekleri arasına sıkıştırıyordu. Başlangıçta reddettiğimiz, hiç vermediğimiz
sakinleştiricileri (Bu ilaçları baştan vermememiz, hastalığının daha yavaş seyretmesine neden olmuş. Doktorumuz sonradan itiraf etti.) doktorumuzun önerisiyle vermeye başladık. Bu sefer ilaçlar solüsyon
halinde verildiğinden vermek daha kolaydı. Tansiyon ilaçları tablet olduğu için yemeklere ezerek serpiyorduk. Alzheimer
ilaçlarını da meyve suları ya da tatlılarla vermeye başladık. Böylece atma ihtimalini ortadan
kaldırdık.
Evreleri kesin kes ayırmak güç. Şimdi 4. evredeyiz gibi… Yaklaşık 1 yıldır gece kalan bir yardımcımız daha var. Artık, Tuvalet
mefhumu kalmadı. Yemeğini biz yediriyoruz. Biz yatırıyoruz. Biz kaldırıyoruz.
Yemek yerken ağzına sert bir şey gelirse ekmek kabuğu, meyve kabuğu gibi şeyleri hemen çıkarıyor ya da tükürüyor. Yemek istemediğinde ağzını sıkıca kenetliyor. İnat ettiği
zaman tek kişinin yerinden kıpırdatması, kaldırması çok zor. Sürekli sevgiyle
yaklaşmak gerekiyor. Ters bir şey söylemek, onun tamamen kapanmasına neden
oluyor. Öyle ki; ben annemden şimdiye kadar duymadığım, hiç bir zaman ağzından çıkmayan küfürleri, hakaretleri duyabiliyorum. Zapt etmek de zorlaşıyor. Yürütecini sağa
sola sallayarak kendisine yardım edene zarar verebiliyor. Artık gündüz uykuları var. 11:30-12:00’den
15:00-15:30 kadar uyuyor. Nadiren düzgün cümle kurabiliyor. Kelimeler arasında bağlantı kurmak oldukça zor. Ama yine de biz yakınları olarak onun söylemek istediklerini kavrıyoruz sanırım. Hareketleri daha yavaş. Kaldırıp yürümesine yardım etmek destek almadan imkansız gibi. Minyon bir insan koca bir kütleye dönüşüyor.
Bunları yazarken çok zorlandım. Artık, daha fazla uzatmayayım. Paylaşmak doğru mu diye sorgulayanlarınız bile olabilir. Ancak, hastalık da, sağlık da hepimiz için.. Benim yaşadıklarım yaşansın istemem. Ancak, son sözüm benzer durumları yaşayanlara, okudukları zaman yalnız olmadıklarını bilmelerini isterim.
Bir anekdot da torun Selçuk Gürel'den,
Anlatılacak o kadar çok anı var ki! Hangisini yazsam bilemiyorum. Ama sanırım herkesle keyifle paylaştığım bir durumu buraya koymak en iyisi olacak. Onunla birlikte geçirdiğimiz lise yıllarında eve ne kadar geç gelirsem geleyim salonda elinde uzun tespihi, başında beyaz tülbentiyle oturmuş sessiz sessiz televizyon seyrederken bulurdum. Yine öyle bir akşam geç bir saatte kapıyı anahtarla açıp eve girdiğimde babaannemi salonda, televizyonun hemen yanındaki yemek masasında dua okurken buldum. Selam verdim ama dua okuduğu için selamı başıyla kabul etti. O anda, evde yalnız olduğu halde televizyonda bir yabancı maç seyrettiğini fark ettim. Maçların TRT'den gösterildiği o yıllarda benimle maç seyretmeye alışmıştı ama ben yokken de seyrediyordu işte! Kim atarsa atsın gollere sevinir, sert pozisyonlara üzülür, "pattak düştü", "tünledi" gibi yorumlarıyla etkin katılımını ifade ederdi.
Çok geçmeden yeniden dua okuduğunu farkettim. Trabzon'un ve milli takımın maçlarında birlikte dua etme totemimiz vardı ama bu maç bizim maçımız değildi. Dayanamayıp ne yaptığını sordum:- Beyazlara dua ediyorum, dedi.- Babanne beyazlar kim biliyor musun? dedim- Bilmiyorum, onlar daha zayıf, diyerek son noktayı koydu.
Ağzından duayı eksik etmeyen "babannem" futbolda bile zayıfın, güçsüzün yanındaydı.
Bunları yazarken çok zorlandım. Artık, daha fazla uzatmayayım. Paylaşmak doğru mu diye sorgulayanlarınız bile olabilir. Ancak, hastalık da, sağlık da hepimiz için.. Benim yaşadıklarım yaşansın istemem. Ancak, son sözüm benzer durumları yaşayanlara, okudukları zaman yalnız olmadıklarını bilmelerini isterim.
Oğullarıyla beraber Mustafa, Selçuk Gürel ve Ayhan Büyüksemerci
Özgen'in tabiriyle bizim kabile
Oğlu, büyük kızı ve torun çocukları
En büyük torunu, oğlu ve torun çocuklarıyla
Bir anekdot da torun Selçuk Gürel'den,
Anlatılacak o kadar çok anı var ki! Hangisini yazsam bilemiyorum. Ama sanırım herkesle keyifle paylaştığım bir durumu buraya koymak en iyisi olacak. Onunla birlikte geçirdiğimiz lise yıllarında eve ne kadar geç gelirsem geleyim salonda elinde uzun tespihi, başında beyaz tülbentiyle oturmuş sessiz sessiz televizyon seyrederken bulurdum. Yine öyle bir akşam geç bir saatte kapıyı anahtarla açıp eve girdiğimde babaannemi salonda, televizyonun hemen yanındaki yemek masasında dua okurken buldum. Selam verdim ama dua okuduğu için selamı başıyla kabul etti. O anda, evde yalnız olduğu halde televizyonda bir yabancı maç seyrettiğini fark ettim. Maçların TRT'den gösterildiği o yıllarda benimle maç seyretmeye alışmıştı ama ben yokken de seyrediyordu işte! Kim atarsa atsın gollere sevinir, sert pozisyonlara üzülür, "pattak düştü", "tünledi" gibi yorumlarıyla etkin katılımını ifade ederdi.
Çok geçmeden yeniden dua okuduğunu farkettim. Trabzon'un ve milli takımın maçlarında birlikte dua etme totemimiz vardı ama bu maç bizim maçımız değildi. Dayanamayıp ne yaptığını sordum:- Beyazlara dua ediyorum, dedi.- Babanne beyazlar kim biliyor musun? dedim- Bilmiyorum, onlar daha zayıf, diyerek son noktayı koydu.
Ağzından duayı eksik etmeyen "babannem" futbolda bile zayıfın, güçsüzün yanındaydı.