PRAG

3-6 Ekim 2014 bayram tatilinde  Prag yolundaydık.   9:15 uçağıyla hareket  edip öğle saatlerinde Prag’a indik. Turumuza havaalanından bindiğimiz otobüsle Prag kalesinden başladık. Prag, klasik güzel  bir Avrupa kenti.. Kale içinde gördüğümüz, üzüm bağlarıyla ilk şaşkınlığımızı yaşadık. Şehrin merkezinde üzüm bağları vardı.. Kaleden bakıldığında Senato binasının iskeletlerle dolu olan duvarı gözüküyor.






Kaledeki üzüm bağları



Kaleden görünümler

Çekoslovakya 1993’de ayrılmış. Çek Cumhuriyetinin  10.400.000 nüfusu var. Prag’ın nüfusu 1.500.000. Unesco’nun koruması altında. Bu yüzden otobüsler her yere giremiyor. Lisanı çekçe. Slav dillerinden biri. İlki eski çince olan, dünya’nın  ikinci en zor dili.
Prag, Gotik  mimarinin merkezi. II. Dünya savaşı sırasında Alman işgaline uğramış. Komünizmi yaşamış eski bir doğu bloku ülkesi. % 99,3 oranında okur yazarı var.  Kaleye çıkarken Belvedere sarayının önünden geçtik. Kral Ferdinand bu sarayı eşi adına yaptırmış. IV. Charles zamanında ülke altın zamanını yaşamış.

St. Vitus katedrali

Prag’ın simgelerinden biri. Ana projesi gotik ama farklı projeleri de içeriyor. Kale üç avludan oluşuyor. Katedrale üçüncü avluya açılan geçitten geçtikten sonra ulaşıyorsunuz. Katedral iki kısımdan oluşuyor. Çan kuleleri kale duvarlarının üzerinde. Malum, burası cam ülkesi. Vitraylar nedeniyle aydınlık yapılmış. Vitrayların güzelliğini ortaya çıkartmak için ana neften ışık alacak şekilde yapımı planlanmış. Vitraylarda incil özetlenmiş. Ancak biri, diğerlerinden boya tekniğiyle yapılmış olması nedeniyle ayrılıyor.  Yapan kişi Çek ressam  Alfons Mucha. (Çek pulunu çizen kişi de Alfons Mucha’dır.) Katedralin içindeki vitraylar büyüleyici. İncelemeyi unutmayın…





St. Vitus Katedralinden görünümler

Burası valilik katedrali. Cemaati 100-150 kişi civarında imiş.  9-12 arası açık. Pazar günleri ayinleri var. St. Vitus katedralinin yapımı yaklaşık altı yüzyıl sürmüş. 14.yy’da Petr Parler ve oğlu tarafından inşa edilmeye başlanmış.  19. yy’ın ikinci yarısında tamamlanmış. Katedralin dış cephesinde Anadoludaki karşılığı Çörten olan kötü, çirkin yaratıklar Gargoylar var. Gargamel gibi…



Kale, Prens Borijov tarafından 870 senesinde yaptırılmış.  Arnavut kaldırımlı, tarihi kiliselerle dolu ve hala dimdik tüm ihtişamıyla ayakta.  Günümüzde de Çek Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına ev sahipliği yapıyor. Burada askerlik mecburi değil. Muhafız alayı askerleri 800£ alıyorlarmış. Cumhurbaşkanı kale içinde bir ofiste oturuyor. Bayrak asılıysa Cumhurbaşkanı  Miloş Zemman burada bulunuyor anlamına geliyormuş. Tarihi esere bakışları, elmasa bakar gibi. Düşünün Söz konusu olan sadece 1000 yıl! Amerikan başkanlarının su yolunda gidiyorlar.  Miloş Zeman halk oylamasıyla seçilmiş.  % 55’le iktidara gelmiş biriymiş.  Şu an oy oranı % 1 bile değil deniyor. Alkolik olarak biliniyor. Daha önceki Cumhurbaşkanlarından Vaclav Havel. Gelmiş geçmiş en entelektüel, sanatçı kişiliği olan bir Cumhurbaşkanı. Vaclav Klaus’un kleptomani olduğu söyleniyor.
Kaleden yürüyerek şehrin merkezine iniyoruz.

Kiliselerin birçoğu Avusturya Macaristan imparatorluğu döneminde yapılmış.
% 45 ateist
% 40 katolik
% 15 diğerleri
Çeklerin şehir içindeki yaşam alanları 30-50 m2 civarında. Şehir merkezinde yaşayanların oranı % 20 civarında. Küçük evlerde oturma nedenleri şehirdeki evleri sosyal bir yaşam alanı değil. Uyumaya gittikleri bir alan. Ailece yemek yeme kültürleri yok. Akşam yemekleri dışarda yeniyor. Bir çek evine davet ediyorsa paradan kaçıyor anlamına gelirmiş. Asosyal olanları da birahanelere giderlermiş. Toplam 6 televizyon kanalları var. Bilindiği üzere dizi kültürü, kültür yayma konusunda oldukça etkili. Bizim diziler, gündüz kuşağında yayınlanıyormuş. Bohem yaşam denilince tembellik ve rahat yaşam akla geliyor.  Ama aslında günü 8 saatlik 3 dilime bölerek yaşamak demek. Çekler 8 saatten fazla çalışınca verimin düşeceğine inanırlar. 8 saat uykuya, 8 saat çalışmaya, 8 saat hobi, gezip eğlenmeye vakit ayırıyorlar. GSMH bizden 3 kat fazla. Yerli arabaları SKODA, Şkoda olarak okunuyor ve yazık anlamına geliyor. Volksvagen grubuyla ortaklık kurmuşlar. Geçen yıl 1.000.000 araç üretilmiş. Şehrin içinde toplu taşıma araçları çalışıyor. Üstten giden tramvay 24 saat çalışıyor. Ekonomik araçlar fazla. İnsanlar mütevazı. Aile yapıları bizden farklı.  Eski ve yeni şehir, siyah kuleyle ayrılıyor. Vltava nehri şehrin ortasından geçiyor. Elbe nehriyle birleşip kuzey denizine dökülüyor. Old town’da kulelerin sayısı fazla. Charles köprüsünün bir üstündeki köprüden Nazım Hikmet Ran’ın boğazı hayal ederek şiirlerini kaleme aldığı cafe’ye ulaşılıyor. Çeşmeden akan su içilebiliyor. Çek cumhuriyetinde 500’ün üzerinde bira markası var. Yılda kişi başına düşen bira miktarı 135 litre. Almanlar da ise 110-112 litre. Almanlardan daha fazla bira tüketiyorlar. Uyuşturucu kullanımı da belli oranda serbestmiş. İskandinav ülkelerinden sonra İntihara meyilli bir toplum. Sebebi güneşi az görmek, alkol ve din…


Şerbetçi otu tarlaları

Çekler, tarım insanı. Toprağı en iyi işleyen, doğayı seven insanlar. Bu iklimde yetişebilecek herşeyi yetiştiriyorlar. Kuru tarım (arpa, yulaf, darı) yapılıyor. Konza bitkisi yetiştiriyorlar. Ayçiçeği, mısır, havuç, turp, soğan, patates, pırasa ve lahana yetiştirdikleri. Milli sebzeleri lahana. Bu sayılan bitkiler bizde de Trakya bölgesinde yetiştiriliyor. Elma, kiraz, çilek, kivi, erik yetiştirilen meyvalar. Elmadan içecek elde ediyorlar. İçki yapıyorlar. Burada yetişen ve dünyaya buradan gönderilen şerbetçi otu, biranın olmazsa olmazı, idrar söktürücü ve GDO’suyla oynanmamış tek tohum.

Çekler aynı zamanda Demir-Çelik üreticisi (Demir yolları, otomotiv, silah vd.)
Petro kimya ürünleri de üretiyorlar. İthal ettiği petrolü işleyebiliyor. Petro kimya tesisleri var. Dünyanın en iyi kimyagerleri ya çekler ya da Almanlardan çıkıyormuş.
Turizm konusunda da çok iyiler. Kendi nüfusu kadar yatılı turisti ağırlayabiliyor. Nüfusu geçtiği de söyleniyor. Giriş-çıkışlarla 100 milyonu bulduğu söyleniyor.
Yaz-Kış Cuma akşamından Pazar akşamına kadar Hata denilen yazlık evlerinde kalıyorlar. Hatalar, şehirdeki evlerinden daha önemliymiş. Bu nedenle hafta sonları şehirde sıfır trafik olurmuş. Buz hokeyi, ata sporları. Karasal iklim burada daha ağır yaşanıyor. Çekler sportmen insanlar. Şişman insan görmek mümkün değil. Hemen hemen hepsi fit insanlar…

II. Dünya savaşında Almanlar tarafından ilhak edilmiş. Hitlere karşı koyabilecek güçleri yokmuş. Binalar yıkılmamış ama 90.000 yahudi ve 30.000 sivil yok olmuş. Senato binasının iskeletlerle dolu  duvarı 1991’de yapılmış. Bu duvarın yapılma nedeni, demokrasinin kıymetini bilin.. yoksa tekrar o günlere dönebilirsiniz, demenin bir yolu.  Unutulmasın!!






IV.Charles Köprüsünden görünümler

Charles Köprüsü:

Köprü 621 metre uzunluğunda ve 10 metre genişliğinde. 3 adet kule ile köprü üzerindeki geçişlerin kontrolü sağlanmaktaymış. Bunlardan iki tanesi kale tarafında diğeri eski şehir kısmında. Köprü üzerinde yaklaşık 30 adet heykel var. Bir çoğu barok tarzda ve 1700’lü yılları yansıtıyor. Ancak bir çoğu taklitleri ile değiştirilmiş durumda.
1357 senesinde yapımına başlanmış.  Eski Kent Meydanında yer alan kesinlikle görülmesi gereken bir yapı. Sokak müzisyenlerini ve ressamları görebileceğiniz gibi hediyelik eşya satıcılarının da mekanı.  1357 senesinde, 9 Temmuz 5:31’de, yapımına başlanmış. Bunun sebebi o dönemlerde tek sayıların ardışık diziliminin (1357 9 7 531) uğur getirdiğine inanılmasıymış. Köprüdeki en ünlü heykel, Aziz John heykeli. Aziz John, Vaclav ailesinin özel rahibi. Rivayete göre Aziz John kraliçenin tüm sırlarını bilen biri. Kral, kraliçenin sırlarını anlatması için  Aziz John’u ölümle tehdit edince  Aziz John ertesi sabah Charles köprüsüne ilk gelecek olana sırları anlatacağını söyler. Kral ertesi sabah köprüyü kapattırır. Atını ve köpeğini alır köprüye gider. Köpek, köprüde bekleyen rahibe doğru koşar. Rahip Krala tüm sırları ilk gelene anlatacağını söylemişti yaa… sırları köpeğin kulağına fısıldar. Kısaca kraliçenin sırlarını kral da olsa paylaşmaz. Bu da onun ölüm fermanı olur. Kral, şu an heykelin bulunduğu yerden, rahibi nehre attırarak öldürür.  Şimdilerde köpek kabartmasına dokunmak  prag’a bir kez daha  gelmek demek. Buna inanılıyor. Bu yüzden o kabartmalara sürekli dokunulduğu için  pırıl pırıl parlıyor. Ben de yakınlarım için birkaç kez dokundum valla..
The loha,  barlar Sokağı biline.. İlginizi çekebilir…

Old Town Square (Eski Kent Meydanı): Prag’ın tarihi merkezi. Nehrin batı kıyısında yer alıyor. Pek çok tarihi eseri meydanda görmek mümkün. Jan Hus heykeli, Tyn kilisesi ve belediye binası gibi.




Astronomik Saatin bulunduğu meydan


Bu tarz benim :)

Astronomik Saat

Astronomik saatin bulunduğu meydan,  Prag’ın en turistik bölgesi. Her saat başında saat kulesinin etrafındaki kalabalık artıyor. Astronomik Saat, 1499’da Mikail Hanuş, usta tarafından yapılmış. Hikayesi hüzünlü o yüzden burada yazmayacağım.  Özelliği 3 ayrı sistemle birbirine bağlanmış. En üstteki kadran, şimdiki saat, ortadaki mevsim, en alttaki astronomik saat. Ortada bir ibre var. Alttaki hareket eden kadran, Dünyanın dönüşüne eşit. Kulenin mavi rengi gökyüzünün sonsuzluğunu, kahverengi kısım ise yeryüzünü temsil ediyor. Resimler çeklerin tarımsal işlerini anlatmış. Burçlar var. Tam ortada dünyayı bölen enlem ve boylamlar var. Her saat başı çanlar çaldığında kuledeki pencerelerden 12 havari sırayla geçiyor. Saatin her iki yanında hayata dair anlamlar yüklenen ikişer figür var. Elinde ayna tutan figür; kibir ve kendini beğenmeyi, elinde altın kesesi tutan Yahudi; açgözlüğü, faizciliği, İskelet; gelen ölümü, mandolin çalan osmanlı; keyif ve eğlenceyi, ifade ediyor. Kısaca meali paranın, gücün, eğlencenin, cazibesine aldanıp asla kendini kaptırma.. Kibirlenme.. Bu hayat  sana da kalmayacak. Birgün ölüm senin de kapını çalacak diyor.

Nove Mesto (Yeni Kent Meydanı): Alışveriş merkezleri, kafeler,  müzeler  ve tiyatro binalarının ve bizim otelimizin de bulunduğu bölgesi.




İkinci gün, Dresden ve Terezin toplama kampı turuna katıldık. Terezin kampını ayrı bir  başlık altında anlatmayı düşünüyorum. Dresden için küllerinden doğan kent deniyor. Müze kent… Alışveriş için elverişli bir kent. Porselenleriyle ünlü. Elbe nehrinin kıyısından geçerek gidiyoruz. Dünya savaşlarının nedeni bilindiği gibi ekonomik buhranlar.  II. Dünya savaşının nedeni de Amerikada çıkan 1929  ekonomik krizi.

II. Dünya savaşı sonunda ilk kez savaş suçlularının bir kısmı Nürenbergde yargılanmıştır. Savaşın masumları ölenler maalesef. Dresden II. Dünya savaşında hunharca bombalanan bir şehir. Başka bir örneği yok. Savaşa hiç katılmamış ve hiç asker yokmuş. Muhimmat sevkiyatı ihbarı alındığında üç çeşit bomba kullanılarak şehirde taş taş üstünde kalmamış. Amerikalılar  tarafından 13 Şubat 1945 tarihinde bir anında patlayan, iki zaman fünyeli, üç yangın çıkartabilen toplam 8000 ton bomba atılmış.
Toplama kampları ilk kez 1903-1907’de Afrika ülkelerinde Almanlar tarafından uygulanmış. Bizim için Sevr antlaşması neyse Almanlar için de Versay antlaşması aynı şey. SS kıyafetlerini diken Hugo Boss, Siemens ve Tisen eski naziler.

Reichstag yangınından sonra (naziler kundaklasa da suç solcuların üzerine atılır.)1933 de Hitler iktidara gelir. Katledilenler sadece Yahudiler değil. Diğer unsurlar da katledilmiştir. (Çingeneler, engelliler, eşcinseller vb. gibi) Auschwitz, Dachau ve diğerleri imha kampları. Terezin, bir transportation kampı olarak yapılmış. Etrafı hendekle çevrili bir kale olarak yapılmış. Kale olarak kullanıldığında suyla kaplıymış. Sonrasında gestapo hapishanesi olarak kullanılmış. Ohre nehrinin üzerinden geçerek Dresden’e gidiyoruz. Şansımıza Bira festivali var…  Almanya gelişmişlik anlamında çok büyük ekonomik güç. GSMH’dan eğitime kadar her anlamda bir numara. İleri teknolojik ürünler yaparken kaliteden ödün vermemek önemli düsturları. 357 km2 yüzölçümü var. Nüfusu yaklaşık 82.000.000. En büyük şehri Berlin. Tek başına bir eyalet. Nüfusu şehirde 3,5 milyon, eyalet bazında 6,5 milyon civarında. Dresden’in nüfusu 500 bin. Çevresiyle beraber 1 milyonu buluyor.




Dresden II. Dünya savaşında ağır bir bombardıman yaşamış. Ama  1946’dan beri yaralarını sarıyor. En küçük taş zerresini dahi yok etmeden bir restorasyon gerçekleştirmişler. Mükemmel bir şehir. Disiplinlerine, hayran kalmamak mümkün değil.

Üçüncü gün Prag'dan kara yolculuğu ile iki saatte ulaşılan Karlovy Vary yolundayız. İki vadi arasında kurulmuş bir cennet.  Karlovy Vary, Prag arası 127km. Kuzey-batı yönünde Almanya sınırına yakın bir kaplıca şehri. Yol üzerinde 50. Km’de Çeklerin en meşhur iki birasından biri olan Krusovice'nin fabrikası önünde durup, ilk kez sabahın 9:00’unda soğuk soğuk bira içiyoruz. Krusovice bira fabrikası 2. Rudolf tarafından kurulmuş. Krusovice, aslında Hollanda birası olarak dünyaca meşhur Heineken birasını da üretiyormuş. Bira onlar için bir yaşam şekli.  Krusovice 400 yıllık bir bira. Darklarda alkol derecesi 5,5-6’ya kadar çıkıyor. Yoğunluğa göre 10 keskin. 12 yumuşak içimli.

Sabahın 9:00'unda soğuk bira içiyoruz.


Karlovy Vary, Imperial Otel

Karlovy Vary,  14.yy’ın ortalarında IV. Charles’ın bir avı sırasında keşfedilmiş. İlk kaplıca IV. Charles’ın emriyle kurulmuş.  Karl'ın hamamı anlamında, İngilizce'de Carlsbad, Almanca'da Karlsbad diye biliniyor. Nüfusu 55.000 kişi. 1. Termal, 2. Tarihi alan olmak üzere 2 kısımdan oluşuyor. Suyun sıcaklığı 30-70 derece arasında. Mide, reflu vb. hastalıklara iyi geliyor. Sert ve içimi zor. Yavaş yavaş ilaç gibi içe içe yürünmesi gerekiyor. Spalar, zayıflama ve göğüs hastalıkları tedavi ediliyor. Tebno deresi kenti ikiye bölmüş. 1918 Temmuzunda Atatürk, bir Fransız doktorun önerisiyle buraya gelmiş. Şifalı termal kaplıcaları ve gelecekte film festivali nedeniyle ünlenecek dünya zenginlerinin akınına uğrayan bir yerleşim yeri. Porseleni, Kristalleri, kağıt helvası ve başlangıçta mide ilacı olarak yapılan Becherovkasıyla ünlü.



 Atamızın kaldığı bina 



Arslan Asker Şvayk


Karlovy Vary içmeleri

Rehberimiz Çetin Altan, her yıl 28 Haziran - 6 Temmuz tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Film Festivalinin, sinema dünyasının en önemli etkinlikleri arasında sayıldığını, Bu tarihler arasında Hollywood'un ve dünya sinemasının birçok ünlü isminin buraya geldiğini, gelecekte daha da popüler olacağını söylüyor.
Beethoven, Wagner, Brahms, Tolstoy, Marx. Freud, Atatürk, Goethe, Chopin, kent tarihi boyunca burayı ziyaret eden ünlü isimlerden bazıları.

Kente girişin hemen sağ tarafında Atatürk'ün kaldığı pansiyon, şimdilerde otel ve otelin dış duvarında Kemal Atatürk yazılı plaka görülebilir. Bu binanın karşısında Avrupa'nın ilk beş yıldızlı oteli bulunuyor. Bu yapıda,  2006 yılında James Bond Casino Royale filmi çekilmiş. Çekimlerde kullanılan palmiye ağaçları çekim ekibi tarafından şehre hediye edilmiş. Kışın kapalı alanlara, yazın da açık alanlara taşınıyormuş.

Son gün, serbest zamanda hem alışveriş yapıp hem de görmek istediğimiz yerleri görmeyi planlıyoruz.


Dans eden evler

Dancing House
Mimarları Frank Gehry ve Vlado Milunic. 1992 tarihinde yapılmaya başlanmış ve 1996’da tamamlanmış. Fred ve Ginger ya da Tacici dum diye de biliniyor.  IV. Charles köprüsünün iki üstündeki köprüye daha yakın. Dans eden bir çift şeklinde yapılan bina, bir ofis binası aslında. Yapıldığı dönemde çok da beğenilmemiş ancak sonraki yıllarda ilgi odağı olmuş.



Nazım Hikmet Ran'ın kaldığı üç deve kuşu oteli


Kavarna Slavia


Prag'dan ayrılmadan önce görmek istediğimiz yerler arasında Nazım Hikmet’in Boğazı hayal ederek oturup şiirlerini yazdığı Kavarna Slavia ve John Lenon duvarı da var. Kavarna Slavia’da Nazım’ın izlerini bulmak ve o atmosferi yaşamak güzel. Bol kremalı olmasına rağmen pastalarının tadına bakın derim. En azından Nazım için gidilip bir kahve içilebilir.




John Lenon duvarı Kampa adasında. Bu duvar oldukça popüler. Hatırladığım kadarıyla Fransız Büyükelçiliğine yakın. 1980 yılında Lenon öldüğünde bir öğrenci duvara Lenon'ın resmini çizmiş. Polis silmiş.  Çocuk yine çizmiş. polis yine silmiş. Bu mücadele 1989 yılına kadar sürmüş ama mücadele, çizenler tarafından kazanılmış. Şu an duvar rengarenk.  Duvar önünde gitarıyla Beatles şarkıları  söyleyen delikanlı duvara hayat veriyor.


Prag'a gelip Kafkadan söz etmemek olmaz. Prag=Kafka di mi?

Birkaç çekçe kelime... Sizin birkaç kelime söylemeniz onları çok mutlu ediyor.

Dobriden= iyi günler
Prosim=lütfen
Dobravice=iyi geceler
Dekuyn= Teşekkür ederim.
Ahoy=Merhaba







Simi'den görünümler

Siminin yerleşimi, denizin üzerine ters oturtulmuş bir dondurma külahı gibi… Pastel renkli evler de külahtan taşan meyvalı dondurmalar sanki. İki dönüşümde de tekrar buraya geleyim diye ellerimi bir yerlere vurduğum huzurlu, sakin, mutlu insanların diyarı.  Kartpostal kent…


Fotoğrafını çekmeme izin veren yaşlı kadın


Pedi'den (Captain George Aparts)

Ailemle birlikte gittiğimizde Pedi koyunda kaldık. Denizin hemen dibinde, epostalarını Atinadan kızları Anna’nın yazdığını sonradan anladığımız,  yaşlı bir çift tarafından işletilen, Captain George’un aparts’larından birinde kaldık. Kaptan George, Burada doğdum. Burada büyüdüm. Burada yaşlandım ve burada öleceğim. Başka bir yere gitmeyi hiç düşünmedim dedi. Çok haklı… Denizin temizliği, dinginliği, sessizlik;  güler yüzlü, naif insanlar, ihtiyacımız olan, huzurlu bir ortam…



Pedi'den görünümler

Sessizlik, ancak ya bir rüzgar ya da koya giren teknelerle bozuluyor. Doğa olarak yeşil bir ortamdan söz etmiyorum. Alabildiğine kıraç, sahil boyunca tek tük ağaç görebilirsiniz. Ama koyun sırtlarında daha çok yeşil alan ve bahçeli evleri görmek mümkün. Pedi koyunun cazibesi denizinden, kapalı doğal koyundan ileri geliyor. Denizin rengi masmavi. Yatların kötü hava koşullarında sığınabilecekleri bir liman. 




St. Nikolaos'dan

Pedi’den kalkan teknelerle 10-15 dakika sonra koyun sağındaki St. Nikolaos ve solundaki Agia Marina koylarına ulaşmanız mümkün. Her iki koyu arkadaşlarımla gittiğimde görebildim. Ancak, St. Nikolaos koyunda denize girebildim. Üstelik yağmurlu bir havada. Sağlam giysilerle adaya gitmiş olsak da o gün hiçbir önlem almadan tekne turuna  katılmış, elimizdeki her türlü giysi ve havluya sarıp sarmalanarak kendimizi korumaya çalışmıştık. Symi merkezden kişi başı 11 Euro’ya olan tekne turları da var. Pedi’de yemek yiyebileceğiniz yerler var. Ama biraz daha sosyalleşmek, biraz daha renkli ışıklar isterseniz, otobüsle merkeze gitmek 1,5 Euro. 15-20 dakikalık bir mesafede. Belki daha kısa sürecek.  Ama, diğer yerleşim yerlerinde oturanlar ya da panoramik görüntü almak isteyen, yeni keşiflerde bulunmak isteyenler tarafından iki noktada daha duruyor. Değirmenlerin bulunduğu mevkiden  merdivenlerle  inip kendinizi bir anda merkezde bulabilirsiniz (375 basamak-good steps). Fotoğraf makinenizi  her daim elinizin altında tutun. Pastel renkli evlerin görünümü, panoramik görüntüler, bir kapı, bir tokmak, pencere, balkon vd. ilginizi muhakkak çekecektir. Akşam yemekleri için Trawler, vazgeçilmez yerlerden biri, biraz içerilere saklanmış. Izgara kalamar, ızgara ahtapot ve papalina kızartma bana göre popüler yiyecekler. Tavsiye edilir. Papalina Ayvalık-Cunda’da tutulan sevilen bir balık. Gümüş balığı olarak da biliniyor.


Trawler'ın papalinası

Arkadaşlarımla beraber kaldığımız yerin adı Cocona Hotel. O da diğerleri gibi bir aile işletmesi. Çarşıya, limana ve pek çok turistin gelip ziyaret ettiği kiliseye çok yakın. Çok temiz. Kahvaltıları unutulacak gibi değil. Saat kulesini görüp sola döndüğünüzde yürüyüş mesafesindeki plajları görebilirsiniz. Yolunuzu uzatarak yeni yerler keşfedebilirsiniz. Biraz rüzgarlı olmakla birlikte güzel bir yürüyüş parkuru da olabilir. Çünkü gelip geçen araç sayısı çok yok. Ana yolu takip ederek  Nimborio koyuna kadar gitmek mümkün. Adanın bu tarafında yeşili ve maviyi birlikte görebiliyorsunuz. 


Nimborio yolu üzerinden

Sağolsun, koyun adının Nimborio olduğunu Google map’ten öğrendim. Çünkü rüzgar yüzünden Zeyneple oraya kadar ulaşamadık. İlk gelişimde yapamadıklarımdan biri buydu. Merdivenleri kullanarak merkeze inmek ve daha iç kısımlara giderek köyleri keşfetmek. Yerli halkını ve yaşadığı yerleri görmek,  ikinci gidişimde kısmet oldu. Sokakları çok dar. 



Merdivenler

Genelde merdiven kullanmayı tercih etmişler. Cesaret isteyen oldukça dik yapılmış olanlar da var. Symi halkı ticaret, turizm, balıkçılık ve süngercilikle geçiniyor.  Kışı daha büyük adalar olan Rodos ve Girit’te geçiriyorlarmış. 1986 yılında Çernobilin patlamasıyla sahillerimizdeki süngerlerde veba benzeri bir hastalık ortaya çıkmış ve Süngercilik avı bitmiş. Ne derece doğru olduğu sorgulanabilir. Çünkü Bodrumun hemen karşısındaki adalarda süngerciliğin devam ediyor olması bunu sorgulamamıza neden oluyor. Dolayısıyla Bodrumlu süngerciler işsiz kalınca ya mesleklerini ya da memleketlerini değiştirmişler.


Güzin ve Zeynep

Güzin ve Zeyneple dönüş için yola çıkacağımız gün, hava muhalefeti nedeniyle 1 gün fazladan kaldık. Gemi seferleri durdurulmuş olmasına rağmen, Symi günlük güneşlikti. Sahildeki cafelerde sırtımı döne döne güneşte ısıttım. Yollarda olmak gerçekten çok güzel. Gidip görmeniz dileğiyle...