STOCKHOLM
09/09/2016 Daha gün ağarmadan önce İstanbul’a sonrada Stockholm’e gitmek üzere yola düştük. Uzun ve koşturmalı seyahatin ilk etabıydı. Stockholm’de 3 gece konaklayacaktık. Öğleden sonra uçaktan inip Arlan expressle şehre indik. Tekne otele eşyalarımızı bıraktık. Sodermalm semti ile Gamla Stan adası arasında, fiyordda, otele dönüştürülen 3 tekneden birinde konaklıyoruz. ilk günümüzün yarısını şehri keşfederek geçirdik. Gece rahat uyuruz sanırım. Teknenin sudaki salınımları bize ninni gibi gelecek. O kadar yorgunuz.
09/09/2016 Daha gün ağarmadan önce İstanbul’a sonrada Stockholm’e gitmek üzere yola düştük. Uzun ve koşturmalı seyahatin ilk etabıydı. Stockholm’de 3 gece konaklayacaktık. Öğleden sonra uçaktan inip Arlan expressle şehre indik. Tekne otele eşyalarımızı bıraktık. Sodermalm semti ile Gamla Stan adası arasında, fiyordda, otele dönüştürülen 3 tekneden birinde konaklıyoruz. ilk günümüzün yarısını şehri keşfederek geçirdik. Gece rahat uyuruz sanırım. Teknenin sudaki salınımları bize ninni gibi gelecek. O kadar yorgunuz.
City Hall'den Stockholm
Mavi Salon
Altın Salon
Belediye meclisi her ayın 3. Pazartesi toplanıyormuş. Salonun sağ tarafı medyaya, sol tarafı ise halka ayrılmış. Belediye başkanları kendilerine gelen hediyeleri cukkalamamış, pahada ağır olanlar meclis binasında sergileniyor. Halk, şehrin merkezine aracıyla girmek için her gün 1 kron vergi ödüyor. Gamla Stan/Old town da Palais Royal, parlamento binası, hediyelik eşyalar satan dükkanlar ve cafeler var.
Gamla Stan
3. gün kahvaltıdan
sonra, bu arada belirtmeliyim kaldığımız yerin kahvaltıları muhteşem. Yok yok… Şehrin
Merkezinde kaldığımız için, ihtiyaç duymayacağımızı düşünerek Stockholm kartı almamıştık. Çok doğru
yaptığımızı düşünüyorum. Sadece metroyla Östermalm/Karlaplanda inip Djurgardendaki Vasa müzeye gittik. Muhakkak görülmesi gereken yerlerden biri. 10
Ağustos 1628’de denize ilk indirildiği gün Stockholm limanında batmış. 1961
yılında, tam 333 yıl sonra, %98 bozulmamış orijinal haliyle denizden
çıkarılmış. Deniz tuzu az olduğu için bozulma olmamış. 50 personeli ölmüş. 86
metre boyunda. Tamamen ağaçtan yapılmış. Gösterişli bir gemi. Oldukça fazla
turist çekiyor. Kazanca dönüştürmüşler. Hiçbir detayı atlamadan teker teker
yazmışlar. Sergilenen makette kaçan fareyi yakalamaya çalışan bir kedi bile
var. Batma nedeni olarak yüklenilen topları dengeleyebilmek için geminin en alt
katına konulan 120 ton ağırlığındaki taşların olduğu söyleniyor. Baktığında
geminin, 3 katı kadar uzunlukta yelken direklerinin olduğunu tahmin ediyorsun.
Çünkü ilk kata kadar olan kısım şu an ayakta.
Vasa Müzesi
Vasa’dan çıktıktan
sonra Skansen’e kadar yürüdük. Artık bizi ayaklarımız taşımıyor ve isyan
ediyordu. Skansen’i görmek istedik ancak geniş bir alan olduğu için ve
sonrasında da Moderna müzeye gitmek istediğimiz için vazgeçtik. Skansende Vikinglerin
günlük yaşamının canlandırıldığı bir köy ortamı yaratılmış. Hayvanat bahçesi de
var. Tramvayla, Blasieholmen’e gidip Nybroviken durağına kadar gidip
skeppsholmsbron köprüsünden, şu taçlı köprüden geçtik. Djurgarden ve
Skeppsholmen adasında sanki bütün müzeleri toplamışlar gibi. Modern art müzesi
de skeppsholmende üstelik giriş bedava. Dünyanın en güzel sanat
kolleksiyonları, Dali, Pablo Picasso, John Miro, Eduard Munch, Henri Mattisse
çalışmaları bu müzede sergileniyor. Gittiğimizde ayrıca Yao mi’nin sergisi ve Mimarların
tasarımları da sergileniyordu. Müzeyi gezdikten sonra yine aynı yolları
yürüyerek Kungstradgards gatanı takip ederek TCentrale çıktık. Espresso
house’da bir kahve ve tatlı molasından sonra John& Tailorsda akşam yemeği planladık.
Ama çok erken kapattıkları için metro istasyonundaki marketten sandviç
malzemeleri alıp odaya döndük. Güvertede fiyort manzarası eşliğinde
biralarla pek iyi gitti. Saat 19:00
itibariyle bütün alış veriş yerlerinin kapandığını böylece öğrenmiş olduk.
BERGEN
Skeppsholmsbron Köprüsü
BERGEN
Ertesi sabah 12/09/2016,
5:45 kalkıp metroyla Central Station’a, oradan da Arlan expressle havaalanına…
Uçağımız 8:35 de. Önce Oslo, sonra Bergen’e
uçacağız. Saat 11:30 da Bergen’de olacağız. Kaldığımız oteli booking.com dan
bulmuştuk. İki aparttan oluşan küçücük, temiz, sevimli bir yer. Merkeze yakın..
Yürüyerek her yere ulaşmak mümkün. İsmi “sleep well in Bergen”
Eşyaları bırakıp öğlen yemeği için limana indik. Sostrene Hagelin’de sıcacık balık çorbamızı içtik. Çeşitli balık ürünlerinden yedik. Hem ucuz hem de leziz. Bergen, gerçekten çok güzel bir kent. Küçük ahşap evleri, Arnavut kaldırımlı dar sokakları, adım başı her yerde görebileceğiniz çiçeklerini, tarihi, gelenekleri bir arada toplayan küçük şehir cazibesine ve atmosferine sahip bir şehir. Bir masal şehir.
Herkesin ekonomik koşulları hemen hemen aynı. Memleket de, insanlar da huzurlu. 2000 yılında Avrupa kültür şehri olarak tasarlanmış. Balık pazarındaki kalabalıkla muhakkak buluşulmalı. Ren geyiği ve balina etini de burada tadabilirsiniz. Ege ve Ayhan çok istediler ama olamadı maalesef.
Bunun için epey bir suçlandım. Balina eti görünüm olarak ciğere benziyor. Ren geyiği etini sucuk ve salam gibi satıyorlar. Ama sanki bizdeki somon daha lezzetli gibi. Bizdeki somon eti sıkıdır bilirsiniz. Hazmı zordur. Ama orada yediğimiz somon eti dağılıyordu. Belki de bizim denizlerimizin daha tuzlu olmasından mı bilemedim. Bryggen’de sıra sıra dizilen ahşap evler çeşitli hediyelik eşya satan evlere ya da cafelere dönüştürülmüş. UNESCO dünya mirası listesinde. Hanseatic evleri, 1360 yılında Almanya’da kurulmuş Bryggen’de ithalat ve ihracat yapan loncalardan biri. 400 yıl boyunca ticareti ellerinde tutmuşlar.
Bergen’in pek çok tanınmış kişilerinden biri de Edvard Grieg. Adına bir müze var. Fiyort ve okyanusu tepeden görmek şehrin panoramik görüntüsünü alabilmek için şehrin sırtını dayadığı iki dağ var. Bunlaran biri Floyen diğeri de Ulriken. Ulriken’e Teleferikle çıkmak mümkün. Ama biz rüzgar nedeniyle çıkışların iptal olduğunu öğrenip çıkmak için girişimde bile bulunmadık. Floyene çıkmak için ise Finüküler kullanılıyor. Ancak o bölgedeki evler o kadar güzeldi ki resmen büyüsüne kapılıp yürüyerek de zorlanmadan çıkabiliyorsunuz. Tüm yorgunluğunuza değiyor doğrusu.
İlk gece yemeğimizi Balık pazarında yedik. Orası bile pahalı. Ankarada aynı yemeğe ödeyeceğiniz paranın 3 katını burada ödediğimizi söylesem bir fikriniz olur sanırım. Buralara gelirken bence atıştırmalık olarak bol bol kuru meyva, kuru yemiş, ve hatta başka şeyler de getirmeyi düşünebilirsiniz. Musluklarından su içilebiliyor. Su için para vermenize gerek yok. Bergendeki ikinci günümüzde limandan bindiğimiz bir katamaranla Sogne Fiyort gezisine katıldık. Norveç fiyordlarının kalbi. 204 km den daha uzun.1300 metre derinliğinde, 1700 m’den daha yüksek dağlarla çevrili en güzel fiyort kolu deniliyor. Tekne turumuz Flam’da son buldu. Fiyort boyunca rengarenk köy evlerini, yemyeşil kıyılarını, boyabreen buzulunu, çağlayanları, dik kaya yamaçlarını görmek bizde heyecan yarattı. İnanın güzelliklerin tadına doyum olmuyor. Buralara yolu düşenlere tereddütsüz önerebileceğim bir güzergah. Biz çok keyif aldık..
Flamdan trenle Voss’a, sonrasında da Bergen’e.. Bu güzergahı trenle Oslo’ya giderken yine geçeceğiz. Akşam yine Bergendeyiz. Yemeğimizi Matborsen’de yiyoruz. Balık pazarından daha ucuz daha lezzetli.. Balık pazarının hemen hemen karşısındaki sokak başına denk düşüyor. Balık çorbasını özellikle tavsiye ederim. Koca bir kasede geliyor ve çok doyurucu.14 Eylül sabahı ayaklarımız geri geri giderek Bergen’e veda ediyoruz. Bergen, yaşanılası, huzurlu, güzel huylu, güler yüzlü insanların memleketi. Tekrar yolumun düşmesini ne çok isterim bilseniz...
Sleep well in Bergen
Eşyaları bırakıp öğlen yemeği için limana indik. Sostrene Hagelin’de sıcacık balık çorbamızı içtik. Çeşitli balık ürünlerinden yedik. Hem ucuz hem de leziz. Bergen, gerçekten çok güzel bir kent. Küçük ahşap evleri, Arnavut kaldırımlı dar sokakları, adım başı her yerde görebileceğiniz çiçeklerini, tarihi, gelenekleri bir arada toplayan küçük şehir cazibesine ve atmosferine sahip bir şehir. Bir masal şehir.
Herkesin ekonomik koşulları hemen hemen aynı. Memleket de, insanlar da huzurlu. 2000 yılında Avrupa kültür şehri olarak tasarlanmış. Balık pazarındaki kalabalıkla muhakkak buluşulmalı. Ren geyiği ve balina etini de burada tadabilirsiniz. Ege ve Ayhan çok istediler ama olamadı maalesef.
Balık Pazarından
Bunun için epey bir suçlandım. Balina eti görünüm olarak ciğere benziyor. Ren geyiği etini sucuk ve salam gibi satıyorlar. Ama sanki bizdeki somon daha lezzetli gibi. Bizdeki somon eti sıkıdır bilirsiniz. Hazmı zordur. Ama orada yediğimiz somon eti dağılıyordu. Belki de bizim denizlerimizin daha tuzlu olmasından mı bilemedim. Bryggen’de sıra sıra dizilen ahşap evler çeşitli hediyelik eşya satan evlere ya da cafelere dönüştürülmüş. UNESCO dünya mirası listesinde. Hanseatic evleri, 1360 yılında Almanya’da kurulmuş Bryggen’de ithalat ve ihracat yapan loncalardan biri. 400 yıl boyunca ticareti ellerinde tutmuşlar.
Bergen’in pek çok tanınmış kişilerinden biri de Edvard Grieg. Adına bir müze var. Fiyort ve okyanusu tepeden görmek şehrin panoramik görüntüsünü alabilmek için şehrin sırtını dayadığı iki dağ var. Bunlaran biri Floyen diğeri de Ulriken. Ulriken’e Teleferikle çıkmak mümkün. Ama biz rüzgar nedeniyle çıkışların iptal olduğunu öğrenip çıkmak için girişimde bile bulunmadık. Floyene çıkmak için ise Finüküler kullanılıyor. Ancak o bölgedeki evler o kadar güzeldi ki resmen büyüsüne kapılıp yürüyerek de zorlanmadan çıkabiliyorsunuz. Tüm yorgunluğunuza değiyor doğrusu.
Bergen
İlk gece yemeğimizi Balık pazarında yedik. Orası bile pahalı. Ankarada aynı yemeğe ödeyeceğiniz paranın 3 katını burada ödediğimizi söylesem bir fikriniz olur sanırım. Buralara gelirken bence atıştırmalık olarak bol bol kuru meyva, kuru yemiş, ve hatta başka şeyler de getirmeyi düşünebilirsiniz. Musluklarından su içilebiliyor. Su için para vermenize gerek yok. Bergendeki ikinci günümüzde limandan bindiğimiz bir katamaranla Sogne Fiyort gezisine katıldık. Norveç fiyordlarının kalbi. 204 km den daha uzun.1300 metre derinliğinde, 1700 m’den daha yüksek dağlarla çevrili en güzel fiyort kolu deniliyor. Tekne turumuz Flam’da son buldu. Fiyort boyunca rengarenk köy evlerini, yemyeşil kıyılarını, boyabreen buzulunu, çağlayanları, dik kaya yamaçlarını görmek bizde heyecan yarattı. İnanın güzelliklerin tadına doyum olmuyor. Buralara yolu düşenlere tereddütsüz önerebileceğim bir güzergah. Biz çok keyif aldık..
Sogne Fiyort gezisinden
Flamdan trenle Voss’a, sonrasında da Bergen’e.. Bu güzergahı trenle Oslo’ya giderken yine geçeceğiz. Akşam yine Bergendeyiz. Yemeğimizi Matborsen’de yiyoruz. Balık pazarından daha ucuz daha lezzetli.. Balık pazarının hemen hemen karşısındaki sokak başına denk düşüyor. Balık çorbasını özellikle tavsiye ederim. Koca bir kasede geliyor ve çok doyurucu.14 Eylül sabahı ayaklarımız geri geri giderek Bergen’e veda ediyoruz. Bergen, yaşanılası, huzurlu, güzel huylu, güler yüzlü insanların memleketi. Tekrar yolumun düşmesini ne çok isterim bilseniz...
14/09/2016 tarihinde Bergenden
Oslo’ya geçişimiz trenle oldu. Gezginlerin bu tren seyahatini daha önce
ballandıra ballandıra anlattıklarını okumuştum. Eksik söylediklerini
düşünüyorum. Yol boyunca Japonlar gibi fotoğraf çekebilmek için trende kendimi
ordan oraya atıp durdum.
Vikipedia’nın yalancısıyım valla, Vikinglerin teknelerle Karadeniz’e ve hatta Hazar denizine kadar ulaştıkları yazıyor. Bunu daha sonra Oslo Viking Ship museum’da gördüğüm harita da doğruluyor. Yol boyunca gördüğümüz dağ başlarına serpiştirilmiş evler, serenderler, yaşam biçimleri Doğu Karadeniz insanının yaşam biçimiyle paralellik kurmamıza sebep oluyor. Yeşilin her tonu, tepelerde karlı yaylalar, bol akarsu, göller, aşağılara indikçe fiyortlar ve denize kavuşmak… Gerçekten çok güzel, güzelin de ötesinde… Norveç, zengin bir memleket. Petrol zengini. Hatta dünyada petrol zengini olan üçüncü ülke. Petrolden kazandıklarını harcamayıp, petrol tükendiğinde kullanacakları yatırımlara dönüştürdükleri söyleniyor. Yeme-İçmeden %25 vergi alıyorlar. Gece olmadan saat 19:00’da belli başlı yerler kapanmaya başlıyor. Belki de Eylül ayı olması nedeniyle böyledir bilemiyorum.
OSLO
Bergenden Oslo'ya Trenle
Vikipedia’nın yalancısıyım valla, Vikinglerin teknelerle Karadeniz’e ve hatta Hazar denizine kadar ulaştıkları yazıyor. Bunu daha sonra Oslo Viking Ship museum’da gördüğüm harita da doğruluyor. Yol boyunca gördüğümüz dağ başlarına serpiştirilmiş evler, serenderler, yaşam biçimleri Doğu Karadeniz insanının yaşam biçimiyle paralellik kurmamıza sebep oluyor. Yeşilin her tonu, tepelerde karlı yaylalar, bol akarsu, göller, aşağılara indikçe fiyortlar ve denize kavuşmak… Gerçekten çok güzel, güzelin de ötesinde… Norveç, zengin bir memleket. Petrol zengini. Hatta dünyada petrol zengini olan üçüncü ülke. Petrolden kazandıklarını harcamayıp, petrol tükendiğinde kullanacakları yatırımlara dönüştürdükleri söyleniyor. Yeme-İçmeden %25 vergi alıyorlar. Gece olmadan saat 19:00’da belli başlı yerler kapanmaya başlıyor. Belki de Eylül ayı olması nedeniyle böyledir bilemiyorum.
OSLO
Oslo’ya saat 19:10’da
indik. Oslo merkez istasyonuna çok yakın Comfort Hotel Xpress’de
konaklayacağız. Ne kahvaltı ne de akşam yemeği veriyorlar. Ama her tarafa
yakın. Bu yüzden yemek ve kahvaltı bulmak sorun değil. Eşyaları otele bırakır
bırakmaz yine sokaklardaydık. Karl Johans gate boyunca Royal palace’a kadar
yürüyüş yaptık. Ertesi gün için keşifler tamamdı. Yorgunluktan olsa gerek,
sabah kolay kalkamadık. Saat 11:00 gibi yollara düşüp bu sefer istasyon
yakınındaki Visitor Center’dan almış olduğumuz Oslo kartla otobüse binip
Kon-Tiki müzesi ve Viking ship müzesine gittik.
Sonrası National Galeri tabii. Özellikle görmek istediğimiz ressamların eserlerinin bulunduğu bir mekan. Tavsiye edilir. Munch’ın Çığlık adlı eseri, Degas, Monet, Paul Gougin, Delacroix, Cezanne, Manet’in eserlerini görmek mümkün. Akşam yemeğimizden sonra opera binasını görüp otele döndük. Opera binası ve çevresindeki binalar sanki deniz doldurularak inşa edilmiş gibi. Opera binasının tepesine yürüyüş yolu ya da merdivenlerle ulaşabiliyorsun. Gündüz saatlerinde tekrar görmemiz mümkün olur mu bilemem. Ertesi gün program oldukça yoğun.
Siz siz olun Oslo guidedan müze
kapanış saatlerine özellikle bakmayı ihmal etmeyin! Çünkü biz saat 4:00’de gittiğimizde Norvegian Museum of Cultural History kapanmıştı bile. Maalesef
ertesi güne kaldı. Biz de Frognerdaki Vigeland park’a gittik. Gustav
Vigeland’ın (1869-1943) bronz, granit ve güçlendirilmiş demirden yaptığı
200’den fazla heykeli var. Parkın her yıl bir milyon ziyaretçisi varmış.
Vigeland park
Sonrası National Galeri tabii. Özellikle görmek istediğimiz ressamların eserlerinin bulunduğu bir mekan. Tavsiye edilir. Munch’ın Çığlık adlı eseri, Degas, Monet, Paul Gougin, Delacroix, Cezanne, Manet’in eserlerini görmek mümkün. Akşam yemeğimizden sonra opera binasını görüp otele döndük. Opera binası ve çevresindeki binalar sanki deniz doldurularak inşa edilmiş gibi. Opera binasının tepesine yürüyüş yolu ya da merdivenlerle ulaşabiliyorsun. Gündüz saatlerinde tekrar görmemiz mümkün olur mu bilemem. Ertesi gün program oldukça yoğun.
Opera Binası
Sabah, en yakın market
Narvesenden kahve ve çörek alıp City hall’e gittik. Belediye meclisi deyip
geçmeyin. Gerçekten görülmeye değer yerler.
Bir gün öncesinden eksik kalan
Norsk Folk Museum sonraki durağımız oldu. Geniş bir alana yayılmış. Kraliyet
ailesinin topraklarına kurulmuş. Kimi evler Norveç’in çeşitli köylerinden
alınıp getirilmiş kimisi de tamamen yeniden yapılmış. Bir Norveç köyü
kurmuşlar. Yaşam biçimleri anlatılmış. Köydeki kilisenin 1/3’ü orijinal. Tüm
binalar ahşap..
City Hall
Store house-Serender
Kilise
Norsk Folk Museum
Müzeden çıkıp hemen
yakınındaki Holocaust müzesine giriyoruz. İkinci dünya savaşında Nazilere
destek veren bir milletvekilinin eviymiş. Savaş bittikten sonra elinden alınıp
müzeye dönüştürülmüş. İnsanı derinden etkiliyor, yaralıyor. Tamamını dolaşıp
okuyamadım.
Holocaust
Ertesi gün, 17/09/2016
tarihinde Norveç Hava yollarıyla Norveç’ten Kopenhag’a uçuyoruz. Uçağımız saat
13:05’te kalkacaktı. Bir saat sürecek olan seyahatimiz rötar nedeniyle uzadı.
Ve biz saat 15:00 gibi Kopenhag hava limanındaydık. Bu arada şansımızdan mıdır?
nedir bilemiyorum. Stockholm-Bergen, Oslo-Kopenhag uçaklarının ikisi de rötar
yaptı.
KOPENHAG
Kopenhag’da kalacağımız evi Airbnb’den bulmuştuk. Tek başına yaşayan bir gencin eviymiş. Bütün detaylarıyla bizi bilgilendirip evin anahtarını bize ulaştırdı. Küçücük, şirin, temiz, sade döşenmiş bir ev. Üç gece konaklayacağımız bu ev Osterport istastasyonuna yürüyüş mesafesinde. Hem metroyla hem de otobüsle ulaşımı da kolay. Şehrin merkezine yürüyerek gitmek de mümkün. Eve bavulları bırakıp, Gronningen bulvarı boyunca yürüdük. Alban church’ün bulunduğu yerden dönüp, Gefion Fountaindan geçtik. Küçük denizkızı heykelini gördük. Kopenhag’a gelip bu 1m 25cm boyundaki heykeli görmeyenleri, fotoğraf çektirmeyenleri dövüyorlarmış. Bu taşa oturmuş küçük denizkızı heykelinin Danca adı, Den lille Havfrue. Bizdeki gibi bu küçük denizkızı birkaç kez şiddete maruz kalmış. Kafasını sanırım iki defa kesmişler. Yobaz, her yerde yobaz… Kendisini Langelinie limanında görebilirsiniz.
KOPENHAG
Kopenhag’da kalacağımız evi Airbnb’den bulmuştuk. Tek başına yaşayan bir gencin eviymiş. Bütün detaylarıyla bizi bilgilendirip evin anahtarını bize ulaştırdı. Küçücük, şirin, temiz, sade döşenmiş bir ev. Üç gece konaklayacağımız bu ev Osterport istastasyonuna yürüyüş mesafesinde. Hem metroyla hem de otobüsle ulaşımı da kolay. Şehrin merkezine yürüyerek gitmek de mümkün. Eve bavulları bırakıp, Gronningen bulvarı boyunca yürüdük. Alban church’ün bulunduğu yerden dönüp, Gefion Fountaindan geçtik. Küçük denizkızı heykelini gördük. Kopenhag’a gelip bu 1m 25cm boyundaki heykeli görmeyenleri, fotoğraf çektirmeyenleri dövüyorlarmış. Bu taşa oturmuş küçük denizkızı heykelinin Danca adı, Den lille Havfrue. Bizdeki gibi bu küçük denizkızı birkaç kez şiddete maruz kalmış. Kafasını sanırım iki defa kesmişler. Yobaz, her yerde yobaz… Kendisini Langelinie limanında görebilirsiniz.
Denizkızı heykelinin yakınında “Key the future” Rodin’in düşünen adam formatında bir entelasyon heykel daha var. Hepimiz birbirimizden farklıyız ama bir bütünüz di mi? Onu da atlamayın derim. Akşam yemeği için “Khun Juk Oriental” adlı mekandayız. Store Kongensgade caddesinde. Atmosfer güzel ama ucuza çıkarız ümidiyle gitmiştik. Pek öyle olmadı. Yemek sonrası Nyhavn’da bira ve kaldığımız yere dönüş. Yorgunuz…
Ertesi gün biraz daha
geç uyandık. Her zamanki gibi 7:30 değil de bu sefer 8:30 gibi diyelim. Ayhan’ın
sabah aldığı malzemelerle evde sıkı bir kahvaltı yaptık. Evden çıkmadan önce
planladığımız gibi ilk önce Ege’nin görmek istediği Denmark Design Museum’a
gittik. Ege’nin de bizim de ilgimizi çeken çok fazla obje vardı. Ama bu işten
en memnun ve en karlı çıkan Ege oldu tabii. Neredeyse hepsini tek tek
fotoğrafladı diyebilirim. Sonraki duraklar Marble Church ve National Museum
oldu. Artık hiçbir dinle ilgili ne bir obje ne de mekan görmek istemesek dahi
tamamen mermer bir yapı olması nedeniyle kapıdan bakıp çıkıyoruz.. Sonrasında
kuzen oğlu Barış ve minikleriyle buluşup evde kahve molası ve christianshavn’u Barış
rehberliğinde geziyoruz.
Nyhavn kanalı kral III.
Frederik zamanında Hollandadaki kanallar ve evlere özenilerek yaptırılmış.
Kanal boyunca tüccarlara ait 18.yy renkli evleri ve II. Dünya savaşında
hayatını kaybeden denizcilerin anısına konulmuş Nyhavn’ın başlangıç noktasını
gösteren, büyük bir çapa var. Tüccarların evleri, bar ve cafe olarak
kullanılıyor. Nyhavn/New Harbour Kanalı
1671-1673 yılları arasında İsveçli savaş mahkumlarına kazdırılmış. Hans
Christian Andersen burada yaşamış. İlk masalını da burada yazmış.
1521’de II. Christian,
Hollandalı bahçıvanları bölgenin ekilip biçilmesi ve ürünlerin pazarlanması amacıyla
davet etmiş. IV. Christian döneminde ise şehir planlanıp yapılmış. Christiania
bu şekilde doğmuş. İki adayı bağlayan Amagerbro köprüsü bu dönemde yapılmış.
Knippelsbro köprüsü de şimdi dimdik ayakta duruyor. Christianshavn durgun sakin akan kanalları,
tekne evleri ve 17.yy evleriyle tıpkı Amsterdamdaki gibi cazibe alanı. İçinde
kuğuları, ördekleriyle huzuru yakaladığınız göletiyle ve modern tasarım dokları
görülmeye değer yerler.
Christiania, 68
kuşağının kurduğu Kopenhang’ın dibinde komün hayatı sürdürülen 34 hektarlık bir
alan. Önceleri donanma üssüymüş. Nazilerin işgalinden sonra hippiler gelip
buraya yerleşmiş. Devlette buna göz yummuş. Kendi üretimlerini kendileri
yapıyorlar. Hamamı, çeşitli malzeme depoları, marangozhanesi, Barları, pubları,
giysi deposu, her milletten insanın gelip konakladığı, ot kokusunun etrafı
sardığı ilginç ve sakin bir yer. Vergi vermiyorlar. Ama şimdilerde devlet kayıt
dışı olmamaları için zorluyor ve hatta el
koymakla tehdit ediyormuş. Bayrakları bile var. Kırmızı zemin üzerine 3 sarı
halka. Kapıdan çıkarken AB’ne giriyorsunuz yazısı sizi uğurluyor. Sonrasında
Street Food denilen AVM büyüklüğünde bir mekana, kuzey mutfağını ve çeşitli
milletlerin mutfağını bulabileceğimiz yerde akşam yemeğimizi yiyor ve
kaldığımız eve dönüyoruz.
Son günümüzde, city
hall’e ve Tivoli Bahçesine gittik. Strogette dolaşıp alışveriş yaptık. City hall 1892-1905
yıllarında inşaa edilmiş. Mimarı Martin Nyrop, Gaudi gibi anahtarlardan, kapı
tokmaklarına, kuleye kadar herşeyi yapmış. Kuleye çıkıldığında manzara çok
güzel. Hava güzel olduğu için İsveç kıyılarını, malmö köprüsünü ve rüzgar
türbinlerini görmemiz mümkün oldu. Rehberli turu tercih etmemize rağmen,
rehberin bir faydası olduğunu söyleyemeyeceğim.
Mimarı Avrupa kıtasındaki politik değişikliklerden etkilenmesine rağmen
İskandinav geleneklerini ve Danimarka hayat tarzını yarattığı işlere yansıtmış.
Şehrin merkezinde 55 üyeli meclis hala burada toplanmaya devam ediyor.
Duvarlarındaki resimlerde Kopenhag’ın bugüne nasıl geldiği resmedilmiş. Peri masalındaymışsınız
gibi, exotic binaları, muhteşem manzaralı bahçeleri, eğlence alışveriş
marketleri, restaurantlarının ünüyle tivoli bahçeleri bir eğlence parkından
daha ünlü. 1843 te yapılmış. Uzun yıllar kraliyetin favori mekanıymış. 1950’de
Walt Disney’in burayı ziyaret etmesi onun ilham kaynağı olmuş.
City Hall'den görünüm
Yine rötarlı bir
seyahatle 20-09-2016 tarihinde memleket yolundayız. Bülbülü altın kafese
koymuşlar ille de vatanım demiş. Vatan mı kaldı??