İSKANDİNAVYA

STOCKHOLM

09/09/2016 Daha gün ağarmadan önce İstanbul’a sonrada Stockholm’e gitmek üzere yola düştük. Uzun ve koşturmalı seyahatin ilk etabıydı. Stockholm’de 3 gece konaklayacaktık. Öğleden sonra uçaktan inip Arlan expressle şehre indik. Tekne otele eşyalarımızı bıraktık. Sodermalm semti ile Gamla Stan adası arasında, fiyordda, otele dönüştürülen   3 tekneden birinde konaklıyoruz. ilk günümüzün yarısını şehri keşfederek geçirdik. Gece rahat uyuruz sanırım. Teknenin sudaki salınımları bize ninni gibi gelecek. O kadar yorgunuz.







City Hall'den Stockholm

Ertesi günü Ege’nin aylardır sayıkladığı, almak için planlar yaptığı; Ankara’da büyüğünü bulamadığı kanken çanta için Hantverkargaton caddesine kadar yürüdük. Sonrasında City hall’e gidip şehre tepeden bakacağız. İki salonu özellikle görülmeye değer. Mavi salonda  Nobel ödüllerinin yemeği düzenleniyormuş. Salon adı gibi mavi değil aslında. Tuğlalarla kaplı. Mimar Ragnar Östberg başlangıçta maviye boyamayı düşünmüş ama daha sonra bu hali daha estetik geldiği için vazgeçmiş. Dünyanın en büyük orgu bu salonda. Altın salon ise yemek sonrası dans için kullanılıyormuş. Sanatçı Einar Forseth tarafından 18 milyon cam mozaik altına altın yaprak levhalar konularak dört duvarın süslemesi yapılmış. Bizans stili kullanılmış. Duvarların birinde İsveç'in koruyucu tanrıçası Malaren Gölü kraliçesi var. Sağ tarafında doğu, sol tarafında batı dünyası anlatılmış. Doğu betimlemesinde bizden de bir şeyler görmek mümkün.  Oval oda, evlenme törenlerinin ve özel davetlerin yapıldığı yer. Duvarları goblenle kaplı. 




Mavi Salon





Altın Salon

Belediye meclisi her ayın 3. Pazartesi toplanıyormuş. Salonun sağ tarafı medyaya, sol tarafı ise halka ayrılmış. Belediye başkanları kendilerine gelen hediyeleri cukkalamamış, pahada ağır olanlar meclis binasında sergileniyor. Halk, şehrin merkezine aracıyla girmek için her gün 1 kron vergi ödüyor. Gamla Stan/Old town da Palais Royal, parlamento binası, hediyelik eşyalar satan dükkanlar ve cafeler var.





Gamla Stan


10 Eylül’de maraton vardı. Katılanların sayısı da, izleyenlerin sayısı da oldukça kalabalıktı. Şehrin başka güzel bir tarafı da bol bol sanat galerileri ve resim atölyelerini görebiliyoruz. Stortorget meydanı görülmeye değer yerlerden biri. Danimarka kralı II. Christian İsveç’i birliğe zorlamak için 7-10 Kasım 1520 tarihleri arasında  100’e yakın ayrılıkçı  İsveçliyi yakalatarak idam ettirmiş. Stockholm katliamı olarak tarihe geçen bu olay, İsveçlilerin Kalmar Birliğinden uzaklaşmasına neden olmuş. Meydan kan banyosu diye de anılıyor. Bu nedenle pembe binalı evlerin pencere etrafında öldürülen insan sayısı kadar beyaz kabartmalar var. Meydandaki Chocoladkattende kahve ve pasta keyfi yapılabilir.




3. gün kahvaltıdan sonra, bu arada belirtmeliyim kaldığımız yerin kahvaltıları muhteşem. Yok yok… Şehrin Merkezinde kaldığımız için, ihtiyaç duymayacağımızı düşünerek  Stockholm kartı almamıştık. Çok doğru yaptığımızı düşünüyorum. Sadece metroyla Östermalm/Karlaplanda inip Djurgardendaki Vasa müzeye gittik. Muhakkak görülmesi gereken yerlerden biri. 10 Ağustos 1628’de denize ilk indirildiği gün Stockholm limanında batmış. 1961 yılında, tam 333 yıl sonra, %98 bozulmamış orijinal haliyle denizden çıkarılmış. Deniz tuzu az olduğu için bozulma olmamış. 50 personeli ölmüş. 86 metre boyunda. Tamamen ağaçtan yapılmış. Gösterişli bir gemi. Oldukça fazla turist çekiyor. Kazanca dönüştürmüşler. Hiçbir detayı atlamadan teker teker yazmışlar. Sergilenen makette kaçan fareyi yakalamaya çalışan bir kedi bile var. Batma nedeni olarak yüklenilen topları dengeleyebilmek için geminin en alt katına konulan 120 ton ağırlığındaki taşların olduğu söyleniyor. Baktığında geminin, 3 katı kadar uzunlukta yelken direklerinin olduğunu tahmin ediyorsun. Çünkü ilk kata kadar olan kısım şu an ayakta.








Vasa Müzesi

Vasa’dan çıktıktan sonra Skansen’e kadar yürüdük. Artık bizi ayaklarımız taşımıyor ve isyan ediyordu. Skansen’i görmek istedik ancak geniş bir alan olduğu için ve sonrasında da Moderna müzeye gitmek istediğimiz için vazgeçtik. Skansende Vikinglerin günlük yaşamının canlandırıldığı bir köy ortamı yaratılmış. Hayvanat bahçesi de var. Tramvayla, Blasieholmen’e gidip Nybroviken durağına kadar gidip skeppsholmsbron köprüsünden, şu taçlı köprüden geçtik. Djurgarden ve Skeppsholmen adasında sanki bütün müzeleri toplamışlar gibi. Modern art müzesi de skeppsholmende üstelik giriş bedava. Dünyanın en güzel sanat kolleksiyonları, Dali, Pablo Picasso, John Miro, Eduard Munch, Henri Mattisse çalışmaları bu müzede sergileniyor. Gittiğimizde ayrıca Yao mi’nin sergisi ve Mimarların tasarımları da sergileniyordu. Müzeyi gezdikten sonra yine aynı yolları yürüyerek Kungstradgards gatanı takip ederek TCentrale çıktık. Espresso house’da bir kahve ve tatlı molasından sonra John& Tailorsda akşam yemeği planladık. Ama çok erken kapattıkları için metro istasyonundaki marketten sandviç malzemeleri alıp odaya döndük. Güvertede fiyort manzarası eşliğinde biralarla  pek iyi gitti. Saat 19:00 itibariyle bütün alış veriş yerlerinin kapandığını böylece öğrenmiş olduk.

 Skeppsholmsbron Köprüsü



BERGEN





Ertesi sabah 12/09/2016, 5:45 kalkıp metroyla Central Station’a, oradan da Arlan expressle havaalanına… Uçağımız 8:35 de. Önce Oslo,  sonra Bergen’e uçacağız. Saat 11:30 da Bergen’de olacağız. Kaldığımız oteli booking.com dan bulmuştuk. İki aparttan oluşan küçücük, temiz, sevimli bir yer. Merkeze yakın.. Yürüyerek her yere ulaşmak mümkün. İsmi “sleep well in Bergen” 



Sleep well in Bergen

Eşyaları bırakıp öğlen yemeği için limana indik. Sostrene Hagelin’de sıcacık balık çorbamızı içtik. Çeşitli balık ürünlerinden yedik. Hem ucuz hem de leziz. Bergen, gerçekten çok güzel bir kent. Küçük ahşap evleri, Arnavut kaldırımlı dar sokakları, adım başı her yerde görebileceğiniz çiçeklerini, tarihi, gelenekleri bir arada toplayan küçük şehir cazibesine ve atmosferine sahip bir şehir. Bir masal şehir. 




Herkesin ekonomik koşulları hemen hemen aynı. Memleket de, insanlar da huzurlu. 2000 yılında Avrupa kültür şehri olarak tasarlanmış.  Balık pazarındaki kalabalıkla muhakkak buluşulmalı. Ren geyiği ve balina etini de burada tadabilirsiniz. Ege ve Ayhan çok istediler ama olamadı maalesef. 








Balık Pazarından

Bunun için epey bir suçlandım. Balina eti görünüm olarak ciğere benziyor. Ren geyiği etini sucuk ve salam gibi satıyorlar. Ama sanki bizdeki somon daha lezzetli gibi. Bizdeki somon eti sıkıdır bilirsiniz. Hazmı zordur. Ama orada yediğimiz somon eti dağılıyordu. Belki de bizim denizlerimizin daha tuzlu olmasından mı bilemedim. Bryggen’de sıra sıra dizilen ahşap evler çeşitli hediyelik eşya satan evlere ya da cafelere  dönüştürülmüş. UNESCO dünya mirası listesinde. Hanseatic evleri, 1360 yılında Almanya’da kurulmuş Bryggen’de ithalat ve ihracat yapan loncalardan biri. 400 yıl boyunca ticareti ellerinde tutmuşlar.



Bergen’in pek çok tanınmış kişilerinden biri de Edvard Grieg. Adına bir müze var. Fiyort ve okyanusu tepeden görmek şehrin panoramik görüntüsünü alabilmek için şehrin sırtını dayadığı iki dağ var. Bunlaran biri Floyen diğeri de Ulriken. Ulriken’e Teleferikle çıkmak mümkün. Ama biz rüzgar nedeniyle çıkışların iptal olduğunu öğrenip çıkmak için girişimde bile bulunmadık. Floyene çıkmak için ise Finüküler kullanılıyor. Ancak o bölgedeki evler o kadar güzeldi ki resmen büyüsüne kapılıp yürüyerek de zorlanmadan çıkabiliyorsunuz. Tüm yorgunluğunuza değiyor doğrusu. 






Bergen

İlk gece yemeğimizi Balık pazarında yedik. Orası bile pahalı. Ankarada aynı yemeğe ödeyeceğiniz paranın 3 katını burada ödediğimizi söylesem bir fikriniz olur sanırım. Buralara gelirken bence atıştırmalık olarak bol bol kuru meyva, kuru yemiş, ve hatta başka şeyler de getirmeyi düşünebilirsiniz. Musluklarından su içilebiliyor. Su için para vermenize gerek yok. Bergendeki ikinci günümüzde limandan bindiğimiz bir katamaranla Sogne Fiyort gezisine katıldık. Norveç fiyordlarının kalbi. 204 km den daha uzun.1300 metre derinliğinde, 1700 m’den daha yüksek dağlarla çevrili en güzel fiyort kolu deniliyor. Tekne turumuz Flam’da son buldu. Fiyort boyunca rengarenk köy evlerini, yemyeşil kıyılarını, boyabreen buzulunu, çağlayanları, dik kaya yamaçlarını görmek bizde heyecan yarattı. İnanın güzelliklerin tadına doyum olmuyor. Buralara yolu düşenlere tereddütsüz önerebileceğim bir güzergah. Biz çok keyif aldık..













Sogne Fiyort gezisinden

Flamdan trenle Voss’a, sonrasında da Bergen’e.. Bu güzergahı trenle Oslo’ya giderken yine geçeceğiz. Akşam yine Bergendeyiz. Yemeğimizi Matborsen’de yiyoruz. Balık pazarından daha ucuz daha lezzetli.. Balık pazarının hemen hemen karşısındaki sokak başına denk düşüyor. Balık çorbasını özellikle tavsiye ederim. Koca bir kasede geliyor ve çok doyurucu.14 Eylül sabahı ayaklarımız geri geri giderek Bergen’e veda ediyoruz. Bergen, yaşanılası, huzurlu, güzel huylu, güler yüzlü insanların memleketi. Tekrar yolumun düşmesini ne çok isterim bilseniz...



Flam

14/09/2016 tarihinde Bergenden Oslo’ya geçişimiz trenle oldu. Gezginlerin bu tren seyahatini daha önce ballandıra ballandıra anlattıklarını okumuştum. Eksik söylediklerini düşünüyorum. Yol boyunca Japonlar gibi fotoğraf çekebilmek için trende kendimi ordan oraya atıp durdum.












Bergenden Oslo'ya Trenle

Vikipedia’nın yalancısıyım valla, Vikinglerin teknelerle Karadeniz’e ve hatta Hazar denizine kadar ulaştıkları yazıyor. Bunu daha sonra Oslo Viking Ship museum’da gördüğüm harita da doğruluyor. Yol boyunca gördüğümüz dağ başlarına serpiştirilmiş evler, serenderler, yaşam biçimleri Doğu Karadeniz insanının yaşam biçimiyle paralellik kurmamıza sebep oluyor.  Yeşilin her tonu, tepelerde karlı yaylalar, bol akarsu, göller, aşağılara indikçe fiyortlar ve denize kavuşmak… Gerçekten çok güzel, güzelin de ötesinde… Norveç, zengin bir memleket. Petrol zengini. Hatta dünyada petrol zengini olan üçüncü ülke. Petrolden kazandıklarını harcamayıp, petrol tükendiğinde kullanacakları yatırımlara dönüştürdükleri söyleniyor. Yeme-İçmeden %25 vergi alıyorlar. Gece olmadan saat 19:00’da belli başlı yerler kapanmaya başlıyor. Belki de  Eylül ayı olması nedeniyle böyledir bilemiyorum.

OSLO

Oslo’ya saat 19:10’da indik. Oslo merkez istasyonuna çok yakın Comfort Hotel Xpress’de konaklayacağız. Ne kahvaltı ne de akşam yemeği veriyorlar. Ama her tarafa yakın. Bu yüzden yemek ve kahvaltı bulmak sorun değil. Eşyaları otele bırakır bırakmaz yine sokaklardaydık. Karl Johans gate boyunca Royal palace’a kadar yürüyüş yaptık. Ertesi gün için keşifler tamamdı. Yorgunluktan olsa gerek, sabah kolay kalkamadık. Saat 11:00 gibi yollara düşüp bu sefer istasyon yakınındaki Visitor Center’dan almış olduğumuz Oslo kartla otobüse binip Kon-Tiki müzesi ve Viking ship müzesine gittik. 









Siz siz olun Oslo guidedan müze kapanış saatlerine özellikle bakmayı ihmal etmeyin! Çünkü biz saat 4:00’de gittiğimizde Norvegian Museum of Cultural History kapanmıştı bile. Maalesef ertesi güne kaldı. Biz de Frognerdaki Vigeland park’a gittik. Gustav Vigeland’ın (1869-1943) bronz, granit ve güçlendirilmiş demirden yaptığı 200’den fazla heykeli var. Parkın her yıl bir milyon ziyaretçisi varmış. 






Vigeland park

Sonrası National Galeri tabii. Özellikle görmek istediğimiz ressamların eserlerinin bulunduğu bir mekan. Tavsiye edilir. Munch’ın Çığlık adlı eseri, Degas, Monet, Paul Gougin, Delacroix, Cezanne, Manet’in eserlerini görmek mümkün. Akşam yemeğimizden sonra opera binasını görüp otele döndük. Opera binası ve çevresindeki binalar sanki deniz doldurularak inşa edilmiş gibi. Opera binasının tepesine yürüyüş yolu ya da merdivenlerle ulaşabiliyorsun. Gündüz saatlerinde tekrar görmemiz mümkün olur mu bilemem. Ertesi gün program oldukça yoğun.



Opera Binası

Sabah, en yakın market Narvesenden kahve ve çörek alıp City hall’e gittik. Belediye meclisi deyip geçmeyin. Gerçekten görülmeye değer yerler.










City Hall

Bir gün öncesinden eksik kalan Norsk Folk Museum sonraki durağımız oldu. Geniş bir alana yayılmış. Kraliyet ailesinin topraklarına kurulmuş. Kimi evler Norveç’in çeşitli köylerinden alınıp getirilmiş kimisi de tamamen yeniden yapılmış. Bir Norveç köyü kurmuşlar. Yaşam biçimleri anlatılmış. Köydeki kilisenin 1/3’ü orijinal. Tüm binalar ahşap..




Store house-Serender


Kilise



Norsk Folk Museum
Müzeden çıkıp hemen yakınındaki Holocaust müzesine giriyoruz. İkinci dünya savaşında Nazilere destek veren bir milletvekilinin eviymiş. Savaş bittikten sonra elinden alınıp müzeye dönüştürülmüş. İnsanı derinden etkiliyor, yaralıyor. Tamamını dolaşıp okuyamadım.




Holocaust

Oslo pass kart bu şehir için gerçekten gerekli. Burada da Stockholmdeki gibi müzelerin büyük bir kısmı aynı yerde toplanmış. Holocaustdan sonra daha önce ulusal müzenin gezemediğimiz dekoratif sanat ve dizayn salonuna ve gidilecek yerler listemizde olan Grüner lokka’ya gittik. Grüner Lokka’da çeşitli milletlerin yemeklerinin, giysilerinin ve takılarının satıldığı bir pazar var. Yaz aylarında daha neşeli olabilir ama biz fazla durmadık. Otobüsle çeşitli tasarımların sergilendiği  trienal’e Doka’ya gittik. Hayal kırıklığına uğradık denilebilir. Akşamında foodtrak denilen kültür festivali vardı. 15:00’de  başlayıp gece 22:00’de bitecekti. Ama saat 20:30’da yemek için gittiğimizde hiçbir şey kalmamıştı. Adamlar, yemek işini saat 19:00 da bitiriyorlar. Sonrasında içme faslı başlıyor sanırım.
Ertesi gün, 17/09/2016 tarihinde Norveç Hava yollarıyla Norveç’ten Kopenhag’a uçuyoruz. Uçağımız saat 13:05’te kalkacaktı. Bir saat sürecek olan seyahatimiz rötar nedeniyle uzadı. Ve biz saat 15:00 gibi Kopenhag hava limanındaydık. Bu arada şansımızdan mıdır? nedir bilemiyorum. Stockholm-Bergen, Oslo-Kopenhag uçaklarının ikisi de rötar yaptı.

KOPENHAG



Kopenhag’da kalacağımız evi Airbnb’den bulmuştuk. Tek başına yaşayan bir gencin eviymiş. Bütün detaylarıyla bizi bilgilendirip evin anahtarını bize ulaştırdı. Küçücük, şirin, temiz, sade döşenmiş bir ev. Üç gece konaklayacağımız bu ev Osterport istastasyonuna yürüyüş mesafesinde. Hem metroyla hem de otobüsle ulaşımı da kolay. Şehrin merkezine yürüyerek gitmek de mümkün. Eve bavulları bırakıp, Gronningen bulvarı boyunca yürüdük. Alban church’ün bulunduğu yerden dönüp, Gefion Fountaindan geçtik. Küçük denizkızı heykelini gördük. Kopenhag’a gelip bu 1m 25cm boyundaki heykeli görmeyenleri, fotoğraf çektirmeyenleri dövüyorlarmış. Bu taşa oturmuş küçük denizkızı heykelinin Danca adı, Den lille Havfrue. Bizdeki gibi bu küçük denizkızı birkaç kez şiddete maruz kalmış. Kafasını sanırım iki defa kesmişler. Yobaz, her yerde yobaz… Kendisini Langelinie limanında görebilirsiniz. 




Denizkızı heykelinin yakınında “Key the future” Rodin’in düşünen adam formatında bir entelasyon heykel daha  var. Hepimiz birbirimizden farklıyız ama bir bütünüz di mi? Onu da atlamayın derim. Akşam yemeği için “Khun Juk Oriental” adlı mekandayız. Store Kongensgade caddesinde. Atmosfer güzel ama ucuza çıkarız ümidiyle gitmiştik. Pek öyle olmadı. Yemek sonrası Nyhavn’da bira ve kaldığımız yere dönüş. Yorgunuz…








Ertesi gün biraz daha geç uyandık. Her zamanki gibi 7:30 değil de bu sefer 8:30 gibi diyelim. Ayhan’ın sabah aldığı malzemelerle evde sıkı bir kahvaltı yaptık. Evden çıkmadan önce planladığımız gibi ilk önce Ege’nin görmek istediği Denmark Design Museum’a gittik. Ege’nin de bizim de ilgimizi çeken çok fazla obje vardı. Ama bu işten en memnun ve en karlı çıkan Ege oldu tabii. Neredeyse hepsini tek tek fotoğrafladı diyebilirim. Sonraki duraklar Marble Church ve National Museum oldu. Artık hiçbir dinle ilgili ne bir obje ne de mekan görmek istemesek dahi tamamen mermer bir yapı olması nedeniyle kapıdan bakıp çıkıyoruz.. Sonrasında kuzen oğlu Barış ve minikleriyle buluşup evde  kahve molası ve christianshavn’u Barış rehberliğinde geziyoruz. 








Nyhavn kanalı kral III. Frederik zamanında Hollandadaki kanallar ve evlere özenilerek yaptırılmış. Kanal boyunca tüccarlara ait 18.yy renkli evleri ve II. Dünya savaşında hayatını kaybeden denizcilerin anısına konulmuş Nyhavn’ın başlangıç noktasını gösteren, büyük bir çapa var. Tüccarların evleri, bar ve cafe olarak kullanılıyor. Nyhavn/New Harbour  Kanalı 1671-1673 yılları arasında İsveçli savaş mahkumlarına kazdırılmış. Hans Christian Andersen burada yaşamış. İlk masalını da burada yazmış.
1521’de II. Christian, Hollandalı bahçıvanları bölgenin ekilip biçilmesi ve ürünlerin pazarlanması amacıyla davet etmiş. IV. Christian döneminde ise şehir planlanıp yapılmış. Christiania bu şekilde doğmuş. İki adayı bağlayan Amagerbro köprüsü bu dönemde yapılmış. Knippelsbro köprüsü de şimdi dimdik ayakta duruyor.  Christianshavn durgun sakin akan kanalları, tekne evleri ve 17.yy evleriyle tıpkı Amsterdamdaki gibi cazibe alanı. İçinde kuğuları, ördekleriyle huzuru yakaladığınız göletiyle ve modern tasarım dokları görülmeye değer yerler.
Christiania, 68 kuşağının kurduğu Kopenhang’ın dibinde komün hayatı sürdürülen 34 hektarlık bir alan. Önceleri donanma üssüymüş. Nazilerin işgalinden sonra hippiler gelip buraya yerleşmiş. Devlette buna göz yummuş. Kendi üretimlerini kendileri yapıyorlar. Hamamı, çeşitli malzeme depoları, marangozhanesi, Barları, pubları, giysi deposu, her milletten insanın gelip konakladığı, ot kokusunun etrafı sardığı ilginç ve sakin bir yer. Vergi vermiyorlar. Ama şimdilerde devlet kayıt dışı olmamaları için zorluyor ve hatta  el koymakla tehdit ediyormuş. Bayrakları bile var. Kırmızı zemin üzerine 3 sarı halka. Kapıdan çıkarken AB’ne giriyorsunuz yazısı sizi uğurluyor. Sonrasında Street Food denilen AVM büyüklüğünde bir mekana, kuzey mutfağını ve çeşitli milletlerin mutfağını bulabileceğimiz yerde akşam yemeğimizi yiyor ve kaldığımız eve dönüyoruz.






City Hall'den görünüm


 Strogette




Tivoli

Son günümüzde, city hall’e ve Tivoli Bahçesine gittik. Strogette dolaşıp  alışveriş yaptık. City hall 1892-1905 yıllarında inşaa edilmiş. Mimarı Martin Nyrop, Gaudi gibi anahtarlardan, kapı tokmaklarına, kuleye kadar herşeyi yapmış. Kuleye çıkıldığında manzara çok güzel. Hava güzel olduğu için İsveç kıyılarını, malmö köprüsünü ve rüzgar türbinlerini görmemiz mümkün oldu. Rehberli turu tercih etmemize rağmen, rehberin bir faydası olduğunu söyleyemeyeceğim.  Mimarı Avrupa kıtasındaki politik değişikliklerden etkilenmesine rağmen İskandinav geleneklerini ve Danimarka hayat tarzını yarattığı işlere yansıtmış. Şehrin merkezinde 55 üyeli meclis hala burada toplanmaya devam ediyor. Duvarlarındaki resimlerde Kopenhag’ın bugüne nasıl geldiği resmedilmiş. Peri masalındaymışsınız gibi, exotic binaları, muhteşem manzaralı bahçeleri, eğlence alışveriş marketleri, restaurantlarının ünüyle tivoli bahçeleri bir eğlence parkından daha ünlü. 1843 te yapılmış. Uzun yıllar kraliyetin favori mekanıymış. 1950’de Walt Disney’in burayı ziyaret etmesi onun ilham kaynağı olmuş.

Yine rötarlı bir seyahatle 20-09-2016 tarihinde memleket yolundayız. Bülbülü altın kafese koymuşlar ille de vatanım demiş. Vatan mı kaldı??



Hiç yorum yok: