ÇEŞME-ÇEŞME BAĞCILIK

Koyları gezmeye devam ediyoruz. Bu kez duraklarımız rüzgarın iki güzel kızı Çeşme ve Alaçatı. Bunların kısa, günübirlik turlar olduğunu söylemeliyim. İzmir’e çok yakın olması, otobandan kolayca ulaşılması albenisini oldukça artırmış durumda. Bu nedenle çok kalabalık. Yaz mevsimi olması buraların nüfusunun artış sebebi. Çeşme'ye gitmeden önce Çeşme Bağcılık'ın yolunu tutuyoruz. Aslında buraya Çeşme'den gitmek daha kolaymış. Ama biz yanlış yönlendirildiğimiz için epey dolaştık. Alaçatı ayrımından Ovacık mevkiine geçip sora sora Çeşme Bağcılık’ı bulduk. Çeşme Bağcılık az önce dediğim gibi Ovacık-Ballıdağ mevkiinde kurulmuş büyük bir tesis. Büyük bir alana yayılmış, teraslama usulü yapılan kocaman bir bağ. Ucu bucağı gözükmüyor. Tesis olarak çok güzel… Cabarnet Sauvignon ve merlot üzümlerinden özenle, adıyla da anılan şaraplar üretiyorlar. Amaaa! gelgelelim yönetimden kaynaklanan bir sıkıntının olduğu da aşikar. Broşüründe anlatıldığı gibi ne restaurantı ne de cafesi çalışır durumda. Hele bir de bu tesise yakışmayan bir şey var ki dudak uçuklatıyor. Ayhan, Ankara’dan yola çıkmadan evvel gezilip görülecek yerler arasında burayı da işaretlemiş, şaraplarının tadına bakmayı kafasına koymuştu. Hatta “beğenirsem Ankara’dan da zaman zaman sipariş verebilirim” diyordu. Tesise girip “şaraplarınızın tadına bakmaya geldik.” dediğimizde, saçma geliyor ama “biz şarap tattırmıyoruz.” dediler. Şimdiye kadar gittiğimiz hiç bir şarap fabrikası ya da bağında böyle birşeyle karşılaşmamıştık. Çeşme Bağcılık'ın sahibi Aysun Güvener, (googledan aratıp kim olduğuna bakabilirsiniz.) artık izin vermiyormuş. Akıllara durgunluk… Yanlış anladığımızı düşündük. Çeşme-Bağcılık adına da yakışmayan bir tutum sergilenmesini çok garipsedik. İçimizden bir ses geri dönelim, artık yapılacak bir şey yok derken, diğer bir ses ise uzun bir yoldan, taaa Ankara’dan gelmişken tatmak istiyor… En sonunda satış kısmında görevli olmayan muhasebe çalışanı bir bayan kendi inisiyatifini kullanarak bize Chateau Agrilia (kırmızı)'yı tattırıyor. Şarap çok güzel… Fransa'dan getirtilen meşe fıçılarda 7 yıl bekletilmiş. Biber tadında. İçimi çok güzel olan bu şarabın hem kırmızısını hem de beyazını alıyoruz. Ayhan dayanamayıp daha önce tadına bakamadığı Söksa Çeşme Cabernet Sauvignon ve Alaçatı Öküzgözü Boğazkere alıyor. Yeğenlerim kesin tavırlarını koyuyorlar. Ne en sonunda bize sunulan şarabın tadına bakıyor, ne de alışveriş yapıyorlar… Bir daha Çeşme Bağcılık’ın ne meyve sularını ne de şaraplarını alırız diyerek restlerini çekiyorlar… Çeşme’ye gitmek için eski yolu tercih ediyoruz. Biraz daha trafiğin az olduğu bir yol. Çeşme’ye yaklaştıkça, Ildır gölüne doğru, rüzgar türbinleri yol boyunca sıralanmış, bizleri karşılıyor. Sayıları oldukça fazla. Araba hareket halinde olduğu için saymakta zorlanıyorum. Yaklaşık 40-50 arasında var. Her geçen sene Ege’de rüzgar türbinlerinin sayısının arttığını görmek beni çok mutlu ediyor. Ne de olsa temiz enerji, temiz çevre… demek. Çeşme Bağcılık’ı gezip geldiğimiz için Çeşme’de kaldığımız süre oldukça az. Biraz liman turu, biraz alışveriş mekanı da olan arka ana caddede küçük bir tur ve akşam yemeğinden ibaret. Tüm cadde cıvıl cıvıl… çok hoş. Caddedeki eski kilise kitap ve resim standı olarak kullanılıyor. Eski evler korunuyor; yeni yapılanlar da eskilerle uyum içinde. Gözü rahatsız eden bir şey yok. Çeşme ve Alaçatı denilince ilk akla gelen bergamut reçeli ve sakızlı dondurma… Muhakkak tadılmalı…

Hiç yorum yok: